İnsanların tarihinden insanlığın tarihine

Kaydı tutulması gereken hayatlardan daha çok ölüm olduğu gerçeği, gündelik ve sıradan bir olaymış gibi dikte ettirilmektedir. Kaydı tutulamayan her ölümün gözlerinde o utanılması gereken yoksulluğun acı izlerini görmek, insanlığın sorguda olmasını gerektirmektedir. Yerküremizde ne kadar çok yoksulluk ve sefalet, o kadar çok bebek ve ölüm anlamına gelmektedir. Bu anlamlar akışının bünyesinde bu kadar çok adaletsizlik barındıran yerküremizde ne kadar ve derinliğine tartışılması hepten mümkün olmamaktadır. Egemenler, kederli yaşamı kader diye beyinlere kazıdıklarından insanın kendi öz bedenindeki uzuvları ve yurdunun kaynaklarını birilerinin emrine, gündelik ihtiyacını karşılayacak ölçüde kiraya vermesi ya da kullandırması kadar insana acı veren başka bir şey yoktur.

Açlık her yerde ve o kadar çeşitlidir ki; her an ölüm kusmaya hazırdır. Sahi, bu açlık, yoksulluk ve sefaletin yarattığı ölümlere bakarsanız şayet, ölüm kendisini yaratan bu nedenlere benzemektedir. Sevimsiz, acınacak ve sorgulanacak… Yerküremizde temel insani ihtiyaçlardan uzak, toplum ve ülkelerde, yani yeterli ve dengeli beslenme, eğitim ve yeterli ve gerekli sağlık hizmetlerinden yoksun olduklarından, nüfus artış hızı içgüdüsel ve soyunu devam ettirme mantığına dayanmaktadır. Oysa orta-üst ve üst gelir gurubundaki toplum veya ülkelerde, nüfus artış hızı nüfus planlaması şeklinde olduğundan, buralarda önemli olan doğan çocuklara gönençli yaşamlar sunmaktır. Ancak bu çelişkiler paradigması yoksulluk, açlık ve sefaletin bir kader olmadığı gerçeğini de beyan etmektedir.

Dünyanın bir tarafında saatte silahlanmaya milyon dolarlar harcanırken, bu ölüm makinalarıyla ölümü formüle etmeye, toplum psikolojisine uygun hale getirmeye, yani ölümü meşrulaştırmaya çalışma retoriği, diğer taraftan saatte formüle edilmemiş, meşrulaşmamış, açlık, yoksulluk ve hastalıktan ölenlerin sayısının kaydının tutulmasının önüne geçmiştir. Yaşam; bir avuç azınlığa sunulmuş eklektik zenginlikler değil, aksine bu soysuz zenginliğin neden ve sonuçlarını tartışmaya açan devrimci bir hamle hareketidir. Mülkiyet fikrinin siyaset terminolojisinde ve toplum ekonomi-politiğinde karşılık bulmasından itibaren, yoksullaştırma eylemi, düzenli, yasal ve sürekli hale getirilmiştir. Daha yaşamlarının yarısını bile yaşamadan, acı bir kaderin pençesinde can veren yüzbinlerce çocuğun bu bağlamda hesabı sorulacak mı?

Peki kim bu yerküremizin azınlık efendileri?

Coğrafyaların hesapsızca talan edilmesi, kaynakların hep bu azınlığa soysuzca aktarılması, kayıtları kaydı tutulmayan çocuk ve bebek ölümlerinin sayısının önüne geçecek mi?

Bu yeryüzü efendilerinin yerli işbirlikçileri; insanlıkları ve vicdanları, para hırsı ve ihanet arasına sıkışmış, her dönemin kılık değiştirenleri ve kocaman kısır bir döngünün işleyen dişlileri, ölüm kusanlar, yoksulluk ve hastalık üretenler. Bunlar ki; her sınıf, ırk ve etnisite de var olup, doğal yaşam alanlarının tahribatı, kentsel ve kırsal yoksulluk ve sefaletin artması, çevre kirliliği, açlık, suç, tarımsal alanların talanı, kentlerdeki plansız yığılmalar, kent güvensizliği, emek ucuzluğu, gibi gayrı-ahlaki ve kanuni işlerin keyifli seyircileri… Kapitalist yaşam döngüsünün bekçileri…

Biyopolitika verilerini, ekopolitika verilerine çevirenler, insanların bir lokma, bir hırka uğruna yaşamlarını nasıl ucuz bir şekilde kayıp ettiklerinin hesabını verebilecekler mi?

Ey insanlık! Ayağa kalk ve artık sürünme, çünkü artık yarım kalan hayatlara, çok erken ve acımasız ölümlere, bir avuç azınlığın yarattığı yoksulluğa, açlığa, sefalete ve hastalığa, derin adaletsizliğe ve daha da önemlisi senin kendine tahammülümüz kalmadı. Kokuşmuş, kirlenmiş ve çürümeye yüz tutmuş bir insanlar tarihinden, adil ve hakkaniyetli bir insanlık tarihine ihtiyacımız var.

Bir cevap yazın