Erol Bilecik’ten Türkiye’yi özetleyen konuşma (1)

Hatay’lı işadamı ve TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, 2017 yılı ikinci Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nda yaptığı konuşmada 2017 yılı için karamsar bir tablo ortaya koyarken, 2018 yılından ise umutla bahsetti. Başbakan Binali Yıldırım ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in de yer aldığı toplantıda tarihi bir konuşmaya imza atan Bilecik, “Zaman zaman, geleceğe dair umudunuzu korumakta zorlanırsanız, Sevr Antlaşması’nın imzalandığı tarihle Cumhuriyet’in ilan edildiği gün arasında sadece üç yıl olduğunu hatırlayın. Mustafa Kemal Atatürk bunu nasıl mı başardı? Bu büyük mucizenin sırrı, son yüzyılın en büyük dâhilerinden ve en zeki liderlerinden biri olan Atatürk’ün, “Ben hayatımın hiçbir anında karamsarlık nedir tanımadım.” sözlerinde yatıyor” diyerek, önemli bir mesaj verdi.

21.yüzyıl Türkiye’si’nin tutuklu gazeteci, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum temsilcileri ile anılan bir ülke olmaması gerektiğini vurgulayan Erol Bilecik’in konuşmasından birinci bölümünden önemli satır başları şöyle:

Ülke olarak zorluklara antremanlıyız …

Dünya, son derece şaşırtıcı gelişmelerin yaşandığı, ilginç bir süreçten geçiyor. Ve bu günlerde 1 yılı daha geride bırakmaya hazırlanıyor. 2017 yılı, teknolojik gelişmelerin tüm dünyayı hızla değiştirmeye devam ettiği, robotların hakimiyetinin tartışılmaya başlandığı, yapay zekanın giderek daha fazla gündeme geldiği ve tüm bu değişikliklerin toplumsal hayatı artık kökten değiştireceğinin anlaşıldığı bir sene oldu. Çünkü “Her değişim daima başka değişimlere ihtiyaç gösterir.” Yarını planlarken, zaman zaman geçmişten bugüne taşınan sorunlar da tüm şiddet, belirsizlik ve bazen de tatsızlıklarıyla hayatımızı etkilemeye devam ediyor. Çok iyi biliyoruz ki, Türkiye, zor dönemlere alışık bir ülke! Zorluklara antremanlıyız! Böyle dönemlerde, özellikle iş insanları olarak bizim, umutlu olmak için şartların iyileşmesini beklemek gibi bir lüksümüz yok. Bu toprakların insanının her türlü zorluğun üstesinden gelecek gücü vardır. Çünkü bu ülke, sadece üç tarafı denizlerle çevrili bir kara parçası değil, dört bir köşesinde güzel yürekli ve cesur insanların yaşadığı bir vatandır! Değerli Üyeler, Gelin önce, dünyanın bazı ülkelerindeki gelişmelere bakalım. Bu önemli! Çünkü artık “oralarda” olan her şey “buralar”ı da doğrudan ve fazlasıyla etkiliyor. Gerek küresel ölçekte, gerekse bölgesel olarak; 2017’den 2018’e geçerken de, sıkıntıların ve arayışların devam edeceği bir dünyada yaşayacağız.

2017 zor sınavlarla geçti

  • Türkiye’nin Rusya ve İran liderleriyle Soçi’de vardığı anlaşma neticesinde Suriye’de siyasi çözümün önü açılmış görünüyor. Ama, iç savaşın yıkıcı etkisi bir süre daha devam edecek gibi.
  • Kuzey Kore’nin nükleer silah ve balistik füzelerinin yarattığı gerginlik hala gündemde. Bu tehdit karşısında ABD’nin sert çıkışları ise risklerin ciddiyetine işaret ediyor.
  • Myanmar’daki etnik temizliğin, Yemen’deki insanlık faciasının görüntüleri, insanın yüreğini parçalıyor.
  • Avrupa Birliği ekonomik büyümeye geri döndü. Teknolojik atılımlarda ABD’yi takiben ilerliyor. Dünya ticaretinde etkisini yeni anlaşmalarla pekiştiriyor ve bu arada üyesi olan bazı ülkelerdeki popülist eğilimlerle başa çıkmaya çalışıyor. Birlik’in istikrar simgesi Almanya’da, geciken koalisyon hükümetinin kurulması durumunda Berlin-Paris ekseninde Merkel-Macron ikilisinin Avrupa’da reform sınavı başlayacak.
  • Diğer bir sınav ise, Londra ile Brüksel arasındaki Brexit görüşmeleri. Sonucu şu an için meçhul! Eğer AB ile Britanya arasında yeni bir anlaşma olursa, önemli bir ekonomik ortağımız ve ticaret fazlası verdiğimiz bu ülke ile hızla AB ile uyumlu bir anlaşma yapmamız gerekecek. Diğer yandan Britanya’nın bu süreçte yaşadığı büyük zorluklar bir kere daha AB üyeliğinin önemini vurgular niteliktedir.
  • İspanya’da azınlık oyuyla başa geçen ve Meclis’te de azınlık oluşturan Katalunyalı bağımsızlık yanlısı partiler, anayasaya da aykırı bir şekilde bağımsızlık referandumuna gittiler. İspanyol hükümetinin tavrı ise çok sert oldu. Ayrılıkçı partiler, toplumsal bir mutabakata dayanmadan Katalan halkının siyasi iradesini ipotek altına almaya çalıştılar. Ve başarısız oldular. Sonuçta; İspanya’nın en zengin iki bölgesinden biri olan Katalunya’da, İspanyol iç savaşında yaşanan acılar, aynı şiddette olmasa da, bir kez daha tazelenmiş oldu.
  • ABD’deki yeni yönetim şekli de hepimizi şaşırtmaya devam ediyor! ABD bugün, dünya siyasi ve ekonomik düzeninin kurallarını sorgulayan ve hatta reddeden bir yaklaşımla yönetiliyor. Birleşik Devletler, çok taraflı anlaşmalardan doğan yükümlülüklerinden muaf olmaya çalışıyor. Bu durumdan kaynaklanan boşluk ise dünyadaki istikrarı, elbette, olumsuz etkiliyor.
  • Dün akşam itibariyle yine bölgemizde en duyarlı meselelerden biri olan Kudüs konusu gündem oldu.

ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanıma girişimine bizim ve AB başkentlerinden gelen tepkileri dün akşam itibariyle izledik. Ortadoğu’nun daha fazla çatışma alanlarına ihtiyacı yok. Şiddetin tüm dünyada patlamasını tetikleyebilecek, yanlış ve sorumsuz bir karardır. Bu yanlış karardan geri dönülmesini bekliyoruz.

İklim değişikliği felaketimiz olabilir

Tüm bu gelişmeler doğrudan ya da dolaylı şekilde Türkiye’yi ve Türk iş dünyasını ilgilendiriyor. Özellikle teknoloji ve bunun ekonomik sonuçları açısından, yeni bir dünya şekilleniyor. Yeni bir 3 küresel iş bölümünün eskizleri ortaya çıktı bile. Avrasya entegrasyonu bunun önemli bir parçası. Türkiye olarak bu yönelimleri daha iyi kavrayarak gereken düzenlemeleri yapmalıyız. Aksi taktirde yeni çağın fırsatlarını kaçırma riskiyle karşı karşıya kalırız. Ülkeler için genel resim böyle. Hepsinden öte; çok önemli bir mesele daha var. O da iklim değişikliği. Bu konu sadece ulusal ölçekte çözülemez. Tüm ülkeler, hep birlikte hareket etmezsek gezegenimiz giderek bir felakete doğru sürüklenecek. Aşırı kuraklıklar, seller ve mevsimlerin şaşırması, tehdidin boyutlarını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde önümüze getiriyor. İçinde bulunduğumuz iklim kuşağı, düşük karbonlu kalkınma yönündeki politikalara odaklanma gereğini bize açıklıkla gösteriyor. Biz de bu anlayışla önerilerimizi “İklim Değişikliğiyle Mücadele Alanında TÜSİAD Tutum Belgesi” ile ortaya koyduk. Bu konuda eylem için fazla vaktimiz yok. Çünkü “Doğa insan olmadan da yaşar, ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.”

AB ile müzakere süreci fiilen donmuş durumda

Değerli Üyeler, Türkiye’nin AB üyelik sürecine de hep birlikte bakalım. 15 yıl önce gerçekleşen TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantımızda, dönemin Konsey Başkanı Muharrem Kayhan o gece Kopenhag’da karara bağlanacak olan Türkiye’nin üyelik müzakereleri tarihini alması hakkında şunları söylemiş: “Türkiye 21. yüzyılın ilk çeyreği dolmadan, huzur ve refahı toplumuna yaygınlaştırmış, laik, demokratik bir ülke olarak, dünyanın geleceğinde söz sahibi olan gelişmiş ülkeler arasında yerini alacaktır. Türkiye’nin içine girmiş olduğu ekonomik, sosyal ve siyasal reform süreci, AB ile ilişkilerinden kaynaklanan bir görevler manzumesi değildir.” TÜSİAD olarak bu konuda mesajımız yıllardır aynı netlik ve kesinlikte! AB üyelik projesi, hem 3.Selim’den beri süregelen modernleşme tarihimizin doğal sonucu, hem de ülkemizin potansiyelini gerçekleştirmesi için elde ettiği önemli bir fırsattı. Bu sürecin, ülkemizin yalnızca refahına değil, aynı zamanda stratejik konumuna ve dünyadaki imajına yaptığı katkıyı da yadsıyamayız. 2004 yılında Türkiye beklediği tarihi aldı. 2005 yılında müzakere süreci başladı. AB’nin büyük yanlışı, hatta ayıbı olan, Güney Kıbrıs’ın üyeliği tahmin edileceği üzere ilişkilerde ayak bağı oldu. Müzakere sürecini kilitledi. Bugüne gelecek olursak; gerek AB’nin kendi sorunlarından, gerekse Türkiye’de özellikle 2010 yılından sonra yaşanan gelişmelerden dolayı mevcut durumda ilişkilerimiz maalesef hayli gergin. Müzakere süreci fiilen donmuş durumda. Türkiye, yaşadığı hain darbe teşebbüsü sonrasında, çoğu NATO’da müttefiki olan AB üyelerinden yeterli desteği almadığı için şikayetçi. Ve son derece haklı! AB üyeleri ise darbe teşebbüsü sonrasında yaşanan gelişmelerden, özellikle OHAL döneminde yargı sürecindeki evrensel hukuk kurallarına aykırı gördükleri uygulamalardan dolayı Türkiye’yi eleştiriyorlar. Cezalandırma gibi uygulanan yaygın tutuklamalardan, masumiyet karinesinin pek dikkate alınmamasından duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlar. Aramızdaki gerginlik ve diyalog eksikliği hem ülkemiz hem de AB açısından aslında büyük kazançlar getirecek olan Gümrük Birliği revizyonunun da sorgulanır hale gelmesine yol açtı. Bize göre Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konjonktürel krizlere feda edilemeyecek kadar önemli bir konudur.

21. Yüzyıl Türkiyesi böyle anılmamalı

70 yıllık müttefikimiz ABD’ye gelecek olursak; maalesef ilişkilerimiz bir sorunlar yumağı haline gelmiş durumda. Her iki ülke vatandaşlarının vize alma imkânlarının kısıtlanması bugünkü ortamın panzehiri olmaktan çok uzaktır. Aksine bu durum, toplumlar arasındaki gerilimi arttırmaktadır. Son haftalarda gündemin en önemli maddelerinden birisi de elbette Reza Zarrab davasıdır. Davanın başlamasına kadar geçen süre boyunca Reza Zarrab’ın asıl sanık olması bekleniyordu. Mevcut durumda ise, Zarrab, iddia makamının tanığı olmuştur. Açıklamalarının bir kısmı ülkemizi derinden sarsmaktadır. İfadelerden, İran devleti adına çalıştığı anlaşılan bu kişinin yargılanması, elde fırsat varken Türk yargısı tarafından gerçekleştirilmemiştir. İşte, bizim açımızdan hayıflanılması gereken en önemli nokta budur. Bu yaşananlar, kamuoyuna bir şeyi kesin olarak göstermiştir. O da; her zaman ısrarla vurguladığımız hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığının önemidir. Dış politikada son zamanlarda “yalnız” ve “çatışmacı” bir görüntü sergiliyoruz. İçeride ise hukuk sistemi ve yargı mekanizmamızda kaygı ve şüphe yaratan bir tablo var. Bu durum, özellikle OHAL döneminde maalesef aleyhimizde kuvvetlendi. 21.yüzyıl Türkiye’si, tutuklu gazeteci, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum temsilcileri ile anılan bir ülke olmamalı. Özgürlük-güvenlik dengesinde sürekli olarak güvenlikten yana tercih kullanmak, güvenliği sağlamak için eksik bir yaklaşım olabilir. Güvenlik ve özgürlüğün, birbirleriyle çelişen değil birbirini tamamlayan 5 öncelikler olduğu bilinciyle hareket edilmesi, milli menfaatlerimiz ve küresel rekabet gücümüz açısından kilit öneme sahiptir. Bu alanda yapılacak her iyileştirme, hem içerde hem de dışarda ekonomik aktörler tarafından çok olumlu karşılanacaktır.

(Devam Edecek)

Bir cevap yazın