Pastoral Siyasetten Yönlendirici Siyasete

1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi madde 16’ da derki; “Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlamayan, kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemeyen toplumlar, gerçek anlamda bir anayasaya sahip değillerdir.”

Anayasa; bugün tüm hukuk fakültelerinde okutulan Anayasaya Giriş Derslerinde siyasi iktidarın, bireyin temel hak ve özgürlükleri karşısında sınırlandırılmasıdır. Anayasanın etkin, verimli ve kaliteli bir şekilde uygulanmasının en önemli yolu, hiç şüphesiz güçler ayrımı ilkesinin sağlam bir şekilde uygulanmasıdır. Ülkemizde özellikle 1980 askeri darbe sonrası hazırlanan ve her yönüyle hazırlandığı dönemin izlerini taşıyan, temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi bakımından sorunlu olan, yasama ve yargıya karşı yürütmeyi güçlendiren, bu bağlamda sulandırılmış bir güçler ayrımı ilkesini getiren, darbe anayasası, gelişen ve değişen sosyo-ekonomik, politik, kültürel ve teknolojik gelişmeler karşısında gereksinimlere cevap vermekte zorlanmıştır. Siyasi iktidarların zaman zaman yaptıkları anayasa değişiklikleri, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve korunması yönünde olmayıp, tam tersine siyasi iktidarın sınırlandırılması konusunda çekinceler üretmiştir. 2018 yılındaki son anayasa değişikliğiyle dünyada bir başka örneği olmayan ve siyaset terminolojisinde sıkça tartışılan, Türk modeli partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, derme çatma duran ve sorunlu hale gelmiş olan güçler ayrımı ilkesini adeta rafa kaldırmış, yasamanın uhdesinde olan bazı düzenlemeleri, cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında cumhurbaşkanına tanımış, yürütmenin bu şekilde güçlenmesi, yargı ve yasamayı oldukça zayıflatmış, yürütmenin yargı ve yasama üzerindeki dayanılmaz ağırlığı, ülkenin kurum ve kuruluşlarını da etkilemiştir. Böylelikle M. FOUCAULT’ın dediği “İktidarı kendi adına değil, milletinin iyiliği için kullanan Pastoral iktidar anlayışından”, dikte edici ve buyurgan iktidar anlayışına hızlı bir evrilme gözlemlenmiştir. Bu noktada ‘Anayasal Devlet’ ile ‘Anayasalı Devlet’ ayrımı ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği gibi Anayasal Devlet: Siyasi iktidarı mutlak sınırlandıran, Yasama, Yürütme ve Yargı güçlerinin, denge, fren ve denetimini önceleyen, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan, bunları koruyup, geliştiren devlettir. Bunları yapmayan, devletin kurum ve kuruluşlarının işleyişinde önemli ölçüde tıkanıklıklar oluşan, Hukuk devlet ilkesinin teoride kaldığı, normlar hiyerarşisinde en üste yer alan Anayasanın emredici ve bağlayıcı hükümlerinin uygulanmadığı devletler ise tanım gereği anayasalı devlet olmaktadırlar.

Anayasal Devletin en bariz sacayağı; etkili bir yargı denetiminin yanında, güncel demokratik Kamuoyu denetimi ve siyasi ahlaktır. Güncel demokratik Kamuoyu denetimi ise, ancak özgür ve tarafsız bir medyanın öncülüğünde sağlanacaktır. Konuya buradan bakınca ülkede medyanın sefaleti ve çürümüşlüğü, bu bağlamda demokratik Kamuoyu denetimini sekteye uğratmış, siyasetin kullandığı orantısız şiddet dili, kişi hak ve özgürlüğüne saldırı hamlesinin başlangıcı olmuştur. Bu durum eşit muameleyi güvence altına almakla görev yüklenen kamu kurum ve kuruluşlarının, hukuk ve adaletten uzaklaşma riskini doğuracağı şüphesini uyandırmaktadır. Ülkede son yıllarda yaşanan sosyal, ekonomik, politik, kültürel, teknolojik ve benzeri gelişmeler; Ülkenin Anayasal bir devlet metaforundan uzaklaştığının son koşulları değil midir?

Bir cevap yazın