Mümin üzerine tezler

İslam dini özünde, adalet ve eşitlik üzerine kurgulanmış bir dindir. Bunu tamamlayan ise güzel ahlaktır. Bu yüce dinin bağlamında ve ruhunda; dertlinin derdiyle hemhal olmak, yoksulun dilinden ve yaşamından anlayarak dersler çıkartmak, ayrım yapmamaktır. İslam’ın güzelliklerini toplumsal prensip haline getirmektir. Bu bağlamda Nisa suresi 58. Ayet; “ Şüphesiz Allah işleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emretmektedir.” Maide suresi 8. Ayette ise” Ey İman edenler! Allah için adaleti sağlayan şahitler olunuz. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli davranın!” derken, toplum ve devletin çimentosunun adalet olduğuna vurgu yapmaktadır. Adil ve eşitlikçi bir toplumda, her birey, insan ve değerli olduğunun farkına varır. Sıkıntılı ve daralmış dönemlerde sabır ve şükretmeyi bilir. Ancak dini açıdan kozmopolit bir toplumda, zengin-yoksul ayırımı ayyuka çıktığı, israf, yoksulluk ve adam kayırmanın pik yaptığı dönemlerde, adaletli ve hakkaniyetli yönetmeyi öteleyip, yoksulun gözünden ve ruhundan İslam’ı yorumlayıp, onlara sabır ve şükretmeyi tavsiye etmek, onlara gerçek mümin sıfatını ekleyerek, öne çıkarmak, yüce İslam’ın eşitlikçi ve adil ruhuna ters düşmektedir. Çünkü İslam dininde olan ve biçimsel eşitlik olarak ta adlandırılan temel adalet; Herkesin hiçbir ayrıma tabi tutulmadan, her platformda eşit görülmesi ve işlevci eşitlik anlamına gelen adaleti denkleştirme; gibi kavramlar; toplumun her bireyinin değerli ve özel oldukları inancını taşımaları gerekir. İşte tam burada Mümini münafıktan izole ederek, adil, eşitlikçi, dürüst ve güvenli bir toplum veya devlette, ondan beklenilen erdemli davranışları, retoriğe dönüştürme hakkı ortaya çıkar.

Bizler İslam dini anlayışı ve güzel ahlak ekseninde insanların gerçek mümin ve değili şeklinde değil de mümin ve münafık olarak ayırmaktayız. Müminlerin ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak, lekesiz bir dünya yaşamında, mülk ve zenginlik fetişiziminden uzak, dingin ve anlamlı bir yaşam felsefesi lafzında, insani değer ve tavırları yansıtması ve uygulaması gerekir. Sizler isterseniz bunlara müminlerin özellikleri, isterseniz tutum ve davranışları deyin, aslında bunların tamamı toplumsal sorumluluk ve ödev etiğinin sonuçlarıdır.

Günümüz dünyasında, yüce kitabımızın din, iman, vicdan, ahlak kavramlarından epeyce uzaklaşarak, Ortadoğu kültürünün kültüne ve onun ürettiği dinci tipolojilerin(tarikat, cemaat, dernek ve vakıf gibi) ve de kerameti kendiliğinden menkul hocaların dini anlayışları arasına sıkışıp kalan, müminler; münafıklık fenalığına yenik düşmemek için gerçek İslam prensiplerini ararken, münafıklar; karda yürüyüp iz bırakmadan, yaşamlarını siyasetin arayüzüyle birleştirip, kibirli tavırlarıyla öne çıkmayı başarmışlardır. Bir taraftan vahşi kapitalizmin kirli ayak izleri ve ahlaka karşı taammüden saldırıları, diğer taraftan dinin, siyasetin verisi haline gelmesi, müminlerin bu kaotik durumdaki ruh hallerini sorgulaması zorunlu hale gelmiştir.

Temiz, güvenilir, dürüst, adil ve eşitlikçi bir düzende; müminler ancak, İhsan Eliaçık’ın Sosyal İslam adlı kitabında belirttiği gibi, “Adalete iman etmiş, Hz. Muhammet gibi dürüst, ceketi ile gelip, ceketi ile gidecek, yemeyecek, yedirmeyecek, geriye hiçbir mülkiyet bırakmadan, sadece adalet, dürüstlük, şeref ve haysiyet bırakarak gidecek ve böylece gönüllerde ebediyete kadar yaşayacak” davranışlar gösterecektir. Günümüzde söylenen ile yapılan arasında fark buradadır.

Bir cevap yazın