Çerçi

Çerçicilik Anadolu’nun kadim ekonomik kültürü içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Çerçiler, köy, mahalle ve beldeleri dolaşarak, o yöredeki insanların ihtiyaçlarını karşılarlar. Bunlar kimi zaman motorize oldukları gibi, kimi kez de yük ve binek hayvanlarını kullanırlar. Belli tarihlerde belli yerlerde olmaları bir disiplinin sonucudur. Çerçiler yüklerinde ne var ise, onları çağırır. Yükünün dışındaki herhangi bir mal veya eşyayı çağırmaz. Yani “Çerçi yükünde olanı çağırır.” Bu anlamlı mistik ve retorik örnek, günümüz siyasetinin ana minvalini oluşturur.

Ta öteden beri temel ilke ve kurallar üzerinden inşa edilip, yürütülemeyen siyaset; ne yazık ki, çerçi örneğinde olduğu gibi hep aynı şeyleri tekrarlayıp durmaktadır. Sorunların ve ihtiyaçların oluşturduğu eklektik panorama, daha net ve akılcı çözümler beklerken, üretemeyen sığ, bilimsellikten uzak ve üslupsuz siyaset anlayışı, özellikle iktidar cenahından ya hep dini argümanlar öne çıkarılarak, ya temel ulusal değerlere sarılarak, ya da dış güçler ve terör argümanları kullanılarak, muhalefet karşısında cephe oluşturmaktadır. Oysa sağduyu sahibi herkes bilir ki; dini değerlerinde, milli değerlerinde hiçbir partinin, zümrenin veya kitlenin tekelinde olmadığı, tam tersine bu ulvi değerlerin toplumu bir arada tutmanın ve kucaklamanın temel unsurlarını oluşturduğu gerçekliğinin artık anlaşılması gereğidir.

Siyaset Bilimi ve onu besleyen temel disiplinlerin işaret ettiği, dünya üzerindeki yönetim biçimlerinden çok ayrı ve farklı olan Partili Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi, siyaset terminolojisi ve metodolojisi açısından bir Öklid düzlemine dönüştüğü, eleştiriye karşı minimum hoşgörü ve maksimum tepkinin gündem yarattığı, bir kısır siyaset döngüsünün yüzümüze yansıdığı dönemlerden geçiyoruz. Kitlelerin temel hak ve özgürlük, hukuk ve adalet arayışlarının sınırlandığı, yazılı ve görsel medyanın dayanılmaz tarafgirliği ve manipülasyonu, yargının içinde bulunduğu güvensizlik denklemi, ekonominin yaşadığı kriz evreleri, iç veya dış parametrelerin tutarsızlığı, hukuka dayanmayan ekonomi yönetimi kararları ve buna benzer bir çok pratik uygulamayla, muhalefetin eleştirilmesi, uzlaşma çabaları karşısında yeni bir yol ve metodoloji denemeyen iktidar; yükünde olanları çağırmaktan başka bir şey yapmamakta, her şeyin sorumlusu olarak muhalefeti suçlamaktadır. İktidar yıpratır. İktidar eleştirilir, bunun için yapılması gereken geniş bir toplumsal uzlaşı ile hukuk devlet anlayışını yeniden tahkim ve tesis etmektir.

Ancak siyasetin son yıllarda nereden nereye evrildiğini görmek açısından etik, hukuki ve bilimsel siyaset dışlanmış, parti içi demokrasi ve özgürlükler darbe hukukuna bağlı olarak hep 12 Eylül’den beri zahiri bir konuma oturtulmuş, bunun değiştirilmesi yerine polemik konusu yapılması yeğlenmiştir. Öngörü, geleceği ve dış dünyayı okuma, olay ve olguları reel dünya ölçeğinde akıl süzgecinden geçirme ve buna göre konum alma yetenek ve becerisinden yoksun olan siyaset; üretemeyen siyasettir. Halbuki bir düşünme bilimi olan ideolojiler; günümüz Türkiye ‘sinden bilimi kayıp ederek salt ham düşünceye dönüşmüş, bu düşünce retoriği kendini besleyen etik, hukuk, bilim ve akıldan yoksun olunca, oradan oraya savrulan bir hal almıştır. Siyaset bilimi açısından iktidarın mazeret üretmeye pek hakkı yoktur. Sorunlar ve sorular karşısında, taraf bertaraf kozunu kullanmak, sıkışmış siyasetin gaz kaçaklarından başka bir şey değildir. Çok uzun bir süre iktidar olmanın getirdiği maksimum karı; daha üretken, doğru yatırımlara yönlendirerek siyaset eko-sistemini çözüm odaklı kılmanın, gerginlik ortamını sonlandırmanın anahtarını elde etmiş olursunuz. Bunu yapamadığınız sürece hep eski defterleri açma ve kendini tekrar ederek yükünde olanı çağırmaktan başka bir şey yapamazsınız.  Eleştiri senin neyine…

Bir cevap yazın