Tılsım

Dil; ağız, şive ve lehçesiyle insanlar arasında iletişimi sağlayan temel araçtır. Günlük yaşamda, dilin etkili ve verimli kullanımı, kişiye bir değer kattığı gibi, düşünce pınarının da sürekli akışkanlığını sağlar. Dili eklektik bir yapıda kullanmak, eğitim ve kültür alanlarında başarı sağlar. Mutlak dil başarısı yoktur, dilin, düşünceleri zekânın inceliğiyle işlenmiş şeklini ortaya koyan hali vardır. Bugün bilimden sanata, eğitimden kültüre, politikadan dine kadar uzanan geniş bir yelpazede ana öğe dile haksız, yersiz, yetersiz ve kişisel argümanlarını kanıtlarcasına tam cepheden saldırılar yapılmaktadır. Gündem oluşturan bir film izlendikten sonra, izleyiciye ‘Film nasıldı?’ diye sorulduğunda, kendi dilinin ve düşüncesinin çapını hesaba katmadan, ‘Güzeldi, ama dili ağırdı’ cevabını boncuk tanesi gibi önümüze dizerler. Aslında orada kastedilen dil konusu, izleyicinin dil ve düşünce belleğine sığmadığından, böylesine genel ve içeriksiz cevaplar alınmaktadır. Film de olayların akışı, aslında bir dizi önermeler sıralamasıdır. Bu önermelerin her birisi, içinde anlamlar barındıran kurallı veya devrik cümle gibidir. Burada düşünceler, cümleler aracılığıyla sunulur. İzleyici cümleyi duyar veya görür, eğer cümleyi asgari düzeyde anlamışsa ki, bu anladığı şey onun anlamıdır. Aynı durum sanatta, kültürel etkinliklerde ve politikada da geçerlidir. Düşüncelerin bilimsel ve ahlaki süzgeçten geçip, aklın inceliğiyle biçimlenip ifadeye dönüşmesi, dilin devreye girmesine neden olur. O halde dili ağırdır sığ eleştirisinin, dile karşı kullanılan kara bir propaganda olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. İnsan olarak dil ve düşünce arasındaki o tılsımlı ilişkiyi, pratik zeminde derinden kavrayamazsak, toplam yüz kelime etrafında konuşup, ‘dili ağırdı’ söylemine kendimizi kaptırırız.

İnsan üretim eyleminin baş aktörüdür. Bu üretimine önce kendinden başlamalıdır. Dünde kalan bir insanla, yarın da buluşmamız, uzlaşmamız mümkün görünmemektedir. İnsan; kendini her gün yeniden yeniden üretmelidir. Bunu yaparken dününde ve geçmişinde biriktirdikleriyle geleceğe ufuk olabilecektir. İşte dil ve düşünce de böyle gelişir. Dilin bozulması aslında insanın düşünme yetisini etkili ve verimli bir şekilde kullanamamasına bağlıdır. Eleştirel, çözümleyici, yapıcı, paylaşımcı ve kucaklayıcı düşünme paradigmaları yerine, hazır, sunulmuş inorganik düşünce kalıplarıyla hareket etmek, dilin bozulmasına neden olmuştur.

Dilin tarihine baktığımızda, tarihin dilinin de bu bağlamda nasıl bozulduğunu görürüz. İnsanın kafasında bin bir çeşit argüman olmalı, salt bir düşünceye saplanıp kalmamalı, değişik, farklı konularda düşünceler üretmelidir ki dil zenginleşsin, gelişsin, güzelleşsin… Oysa, gündelik yaşantımız, hep bugün olarak devam etmekte, dünümüzde birikim olmadığından, yarınımız da birikim yoksunu olacağından, bugünün tembelliği ve keşmekeşi, fikir tembelliğine teşvik etmekte, ‘Düşünüyorum, o halde halt ediyorsun’ bakış açısı gündelik yaşantıyı özetlemektedir. İnsanın sanallıktan dönüp kendine bakması, kendini üretmesi, farklı düşünmesi, dilini zenginleştirmesi gerekirken, özellikle politika ve onun yansıması diğer alanlarda, kendi yerine düşünen birilerinin olması, politik arenaya hapsolması, dünyayı ve olayları ülkenin sığ politik penceresinden yorumlaması, dilde kalıcı bozulmayı getirmiştir. Dilde ki bu bozulma, sanat, kültür, eğitim, politika da bozulmaya neden olurken, din ve ahlak konusunda da yanlış anlama ve anlaşılmalara yol açmıştır.

Düşünmek, üretmektir, üretmek ise yenilenmektir, bunun için okumak, merak etmek ve araştırmak kaçınılmazdır. Bunların tersi durumunda ise, kafada duvar örmektir, dilin ve düşünmenin karşısına… Dil ve düşünce arasındaki o tılsımlı ilişkiyi, kökünden kavramak, dilin politika başta olmak üzere, bir çok alanda zenginleşmesini ve etkinliğini sağlayacaktır. Sizin düşünceniz ne?

 

Bir cevap yazın