Hukuk dönemecinde biz

İnsanlığın bu yerküre üzerinde temas edilen ana unsur olmasından beri hukuk- adalet ve ahlak temel bileşenler olarak insanlığın yön arayışlarının yol üstü işaretleri olmuştur. Çağdaş doğal hukuk kuramlarından pozitif hukuka, realist hukuka oradan liberal hukuk akımından, toplumcu hukuk oluşumuna kadar hukuk; hep merkezinde ahlak ve adaleti barındırır.
Hukuk çoğu zaman adaletle denk tutulur. Oysa tarih bizlere göstermiş ki, hukuk merkezindeki ahlak ve adalet kavramlarından birinin yozlaşması, değersizleşmesi, yörüngesinden sapması, hukuk ana öğesini adaletsizlik üreten bir mekanizmaya dönüştürür. Tam bu noktada hukuk; hak ve hakkaniyet kavramlarını da tutarsız bir şekle sokar ki, hukukun siyasallaşması işte böyle bir şeydir. Adalet her konumda basit bir kavram olmaktan uzaktır.
Roma imparatoru JUSTİNİAN’ın emriyle bir medeni hukuk metni haline getirilmiş olan, Corpus-Juris Civilis’te adalet sürekli ve ebedi bir şekilde herkese layık olduğunu verme isteği olarak tanımlanmıştır. Bu metinde adalet öğretileri; dürüst yaşamak, başkalarına zarar vermemek ve herkese hak ettiğini vermektir. Bu ifadeler birbirleriyle örtüşen üç önemli özellik içerir. Bireyin önemi, bireylere tutarlı ve tarafsız muamele edilmesi gerektiği ve bireylerin eşitliği. (Hukuk Felsefesine Kısa Bir Giriş.Tekin Yayınevi.2014. s.61)
Adalet eşitlik kavramıyla birlikte ahlakla yoğrulmuş adalet öğretileri, dingin, huzurlu, güvenli, uyumlu ve dayanışmacı bir toplum oluşturma yolunda en asil ve vazgeçilmez argümandır. İnsanların en temel besin kaynağı ekmek gibidir adalet… Toplumda ahlaki değerlerin herhangi bir nedenle yozlaşması, soysuzlaşması, anlamını yitirmesi, siyasallaşması, renk değiştirmesi, menfaat zeminine indirgenmesi, adalet kavramının bozulmasına neden olmaktadır. Çünkü adalet; hukukun, ahlak ve vicdanın kesim noktasında vücut bulmuş halidir. Toplumu, insanları bir arada tutan bayrak gibidir.
Bu açıdan uzlaşmacı veya çatışmacı toplum modelleri arasındaki hak, hukuk, ahlak ve adalet anlayışı derin yarılmalar yaratabilir. Çoğulcu demokrasilerin sihirli anahtarıdır adalet. Oralarda hukuk siyasi otoritenin kullandığı bir baskı enstrümanı olamaz, uzlaşmacı toplum anlayışı, adalet dağıtımını genel, eşit, tam zamanında, açık, çelişkisiz ve sürekli gerçekleştirdiğinden, hukuk, çelişkili ve çeşitli biçimlere sokulamamaktadır.
Uzun bir süredir toplumsal uzlaşı kültüründen uzak, rasyonel ve bilimsel siyaset üretme noktasında sıkıntılar yaşayan ülkemiz; siyasi zeminde çatışmacı bir izlenim yaratmakta, çoğunlukçu demokrasi arzusu sürdürme inadı, toplumda kırılmalara neden olmaktadır. Toplumsal ölçüsüzlük ve uyumsuzluk ise, ahlaki değerlerde çöküntü yaratarak, adaletin bozulmasına neden olmuş, Adalet; ahlak ve vicdanın kesim noktasından saparak, siyasi argümanlarla şekillenmeye başlamıştır. Adalet arayışları ve yürüyüşleri, yine her zaman olduğu gibi, sert, haksız, kişiselleşmiş, hukuksuz söylemlerle eleştirilmiş, neden-sonuç, amaç-sonuç ilişkileri ve adaletin nominal değeri, optimum akıl rehberliğinde sorgulanamamıştır. Hep karşı taraf eleştirilirken, eleştiri sınırları zorlanmış, adalet, hukuk, hak, hakkaniyet, özgürlük, eşitlik konularında, işbirliği ve uzlaşı kültürü denenmemiştir. Oysa uygar dünyada yer almamızın temel ve geçerli şartı hukuk ve adalettir. Uzun, yorucu, birleştirici, bütünleştirici, heyecanlandırıcı, çarpıcı ve öğretici adalet arayışı, vicdanlara ve rasyonel akıllara bir ufuk oluşturur.

Bir cevap yazın