Merkezinde hukukun üstünlüğünü, adaleti, ahlakı, temel hak ve özgürlükleri barındıran demokrasi ülkemizde seçim sandıklarına indirgenmiş, içi boşaltılmış ve biçimsel bir hal almıştır. Ahlaki sorunlar hayatımızın her tarafını kuşatmış, bu sorunlar siyasi ve daha da ötede hukuki tartışmaların gündelik malzemesi haline gelmiştir. Bir toplumsal bütünün parçalarının bir kısmının dilek ve düşüncelerini, gündem haline getirip, değer verirken, diğer kesimin düşüncelerini dikkate almamak, işte biçimsel demokrasi örneklerindendir. Bu ayrışma ve derinleşme toplumun kimyasını bozmuş, hak ve adalet arayışları, zahiri demokrasinin temel argümanları olmuştur.
İktidar tekilciliği toplumsal uzlaşı kültürünü bir tarafa koyup, pragmatist bir hal almıştır. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasında veya hak arayışlarında iktidar; her türlü baskıcı ve yıldırıcı araçları kullanmaktan vazgeçmemiş, insanların toplumsal gerçeklikten yalıtma konusunda her türlü hibrit önleme başvurmuştur.
Demokrasinin özü ve ruhuna uygun olan Parlamenter Demokrasi yerini partili Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine bırakmış, kuvvetler ayrılığı ve denge denetim mekanizmaları ortadan kalkmıştır. Tekilci iktidar anlayışı; yasama ve yargıyı yürütmenin türevi haline getirmiş, Türk Milleti’nin mizacına ve özgürlük anlayışına pek uymayan bu sistem daha birinci yılında siyasi ve hukuki patolojiler göstermeye başlamıştır. Yargının tam bağımsız ve tarafsız olmadığı hiçbir yönetim sistemi başarılı olamamıştır. Yargıyı tam bağımsız ve tarafsız yapma yerine yargı reformu paketi adı altında, avukatlık mesleği için mesleki yeterlilik sınavı getirmek, hukuk fakültelerinde öğrenim süresini beş yıla çıkartmak gibi palyatif organizasyonlarla hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı ve güvenini sağlayamazsınız. Partili Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde, ekonomik parametreleri okuyup bunlar için doğru yorumlar ve önlemler getiren, ekonomik kurum ve kuruluşlarında özerkliği ortadan kalktığından, ekonomideki gel-gitler devam edecektir.
Türkiye uluslararası arenada yalnızlığa itilmiş, etkili, verimli, barışçıl ve rasyonel dış politikamız, günün konjonktürel yapısı içinde yalpalanmaya başlanmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında dayatılan Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırma planına Türkiye eklemlenmiştir. En uzun kara sınırımızın olduğu Suriye ile bizim olmayan, bizi ilgilendirmeyen emperyalist çıkarlara adeta hizmet edilmiş, Suriye’deki iç savaş sonucu dört milyon Suriye’li geçici sığınmacımız olmuştur. Bu durum ekonomik ve toplumsal yapımızda arızi kırılmalara neden olmuştur. Bu durumdakilere yavaş yavaş vatandaşlık hakları verilmeye başlanmış, ekonomik, ticari, sağlık ve eğitimde bunlara sağlanan ayrıcalıklar, toplum vicdanını çok rahatsız etmiştir.
Siyasi panoramik görüntünün iki temel unsuru olan Partili Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi ve Suriye’li sığınmacılar sorunu, şimdiye kadar toplumsal uzlaşı kültüründen uzak gerçekleştirilen siyasi olayların sonucudur.
Nietzsche, ‘Bizi başımıza gelen şeylerden çok, gelmeyen şeyler etkilemiş’ dediğinde, gelecek ve yarınlar konusunda bizleri de nelerin beklediği konusunda, hiçbir fikrimizin olmadığı gerçeğinin tedirginliği sarmış bulunmaktadır. O halde doğrudan demokrasinin uygulama alanına girilerek;
1-Partili Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sisteminin,
2-Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri konularında milletin hakemliğine başvurulmalı, çıkacak sonuçlara da herkes saygı duymalıdır. Zira zamanında çözümlenemeyen sorunlar, içinde bulunduğumuz coğrafya ve stratejik konum itibarıyla kronik hale gelebilir. Yani söz milletindir. Yalnızca önlerine sandık koyalım.