Yerelle, ulusallığın, ulusallıkla evrenselliğin çelişmediğine, üçünün de akıl, mantık ve ahlak çerçevesinde geçerli doğrularının olduğu yaratıcı bir politikacı tıpkı sanatçı gibi kendi yerel ve ulusal kökeninden beslenerek, evrenselleşebileceği bilimsel bir gerçektir. Siyaset Bilimi bu tür sanatçı ruhlu siyasetçilerin, ülke, millet ve devlet yönetiminde nasıl proto-tip olduklarını göstermektedir. Bu tür siyasetçilerde kibirlenme, kendini yüksekte görme halet-i-ruhiyesi olmadığı gibi, halkın toplumsal değer yargıları ve umutlarını da oy için sömürmezler. Bunlar aynı zamanda ülkenin en ücra yerleşimindeki bir aile için de örnek karakter oluştururlar. Temel felsefeleri ahlak, doğruluk, adalet ve eşitlik üzerine kurulan bu siyasetçiler; toplumu bu yönde değişim ve dönüşüme uğrattıklarından, yeni toplumsal paradigmaların ve kültürün topyekün siyasete etki etmesinin yolunu da açarlar. Toplumsal kültürün siyaset alanına etkisi, genellikle sendikalar ve diğer sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleşmektedir.
Türk siyasi hayatına 12 Eylül askeri darbesinden sonra, askeri yönetimin hazırladığı, temel hak ve özgürlükler açısından kısıtlı bir anayasa ve siyasi partiler ve seçim kanunları damga vurmuştur. Bu dönemde yerel kültür, ulusal kültür içinde, bir tamamlayıcı rol oynamadığı gibi, ulusal kültürden tart edilmiş olmaktadır. Yerel damarları kesilmiş ulusal kültürümüz ise, evrensel kültür olarak dayatılan popüler kapitalist kültürün saldırı alanında kalmış, siyaset, ulusal kültürün hızla dejenere olmasına adeta seyirci kalmıştır. Toplumsal kültürün siyaset üzerindeki etkisi, sıfırlanırken siyaset eliyle yeni bir kültür paradigması sahnelenmeye başlanmıştır. Türk toplumu yaşamında ta öteden beri yer edinmiş, devlet yönetimindeki yönetici ve bürokratların yanlış tutum ve davranışlarını konu alan hiciv ve taşlama sanatları, korku kültürü içinde yok olup giderken, temel görevleri mevcut durum ve sistemi doğru eleştirmek ve özü itibarıyla hep muhalif olan sanat ve sanatçılar ucube olarak nitelendirilmiş, içine tükürülmüş, heykeller yıkılmış, sanatçılar gözaltına alınıp sorgulanmış ve son yıllarda güvensiz yargıya eklemlenen ”adli kontrol” şartıyla serbest bırakılmışlardır. Türk toplum yapısı ve devlet yönetimini hicveden Karagöz ve Hacivat siyasi kültür kurumu, çocuk oyunu düzeyine indirgenmiş, orta-oyunları içi boş eğlence aracı haline getirilmiştir. Kitaplar toplatılmış, yazarları yayınevleri yargılanmış, gazeteciler hapsedilmiş, tiyatro oyunları gösterileri engellenmiştir. Türk ulusunun uyanışını sembolize eden İzmir Marşı, onuncu yıl Marşının toplu söylenilmesinden rahatsızlık duyulmuş, bu marşlar üzerinden yapılan söylemler, toplumu germiştir.
Örnek bir çilekeş olan sanatçılar çile çekmeye adeta mahkûm edilmiş, sanatçının düşüncesi ve eylemine kültürel kelepçe vurulmuştur. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkındaki, anayasal hak ve kanuni düzenlemeler iğdiş edilmiş, güvenlik gerekçeleriyle yasaklanmıştır. Özgürlükler ve kullanımları güvenliğe kurban edilirken, siyasetin toplumsal yaşama etkisi yeni alanlar kazanmıştır. Yerel ve ulusal kültür entegrasyonu engellenirken, ekonomi gibi üretmeyen stabil olmuş bir kültür alanına girmiş bulunuyoruz.
Siyaset; yerel ve ulusal kültür ihtiyaçları ve toplumsal yapının niteliğine göre, şekillenmemiş, tam tersine siyaset medya bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerine etki ederek, medya da talimat kültürüne neden olmuş, toplumsal kültür de bu şekilde hizaya çekilmiştir. Sonuçta özünden uzaklaşan, aile yapısında çatlaklar oluşan, çocuklarına söz geçiremeyen, hazırcı, tüketim eğilimi ağır basan, beleş geçinme yollarını arayan, ahlak, adalet, saygı ve hoşgörüyü rafa kaldıran bir toplum yapısı ve kültürünün desteklediği siyaset retoriği…