Demokrasinin ana tamamlayıcılarından olan Basın özgürlüğü ve tarafsızlığının anlam ve özünü yitirdiği bir dönemde medyanın bir havuzda toplanması, ana akım medyanın yerini havuz medyasına bırakması, halkın tarafsız ve özgür bir medya tarafından beslenmesini engellemiş, basın ve medya kuruluşları genellikle iktidar yörüngesine girmişlerdir. Türkiye’de uzun bir dönemdir gerçek basın emekçileri bir bir kovulmuş, gerçeği ve doğruyu yazan, haber yapan, halkı aydınlatmaya çalışan, basın emekçileri patronları tarafından çalıştıkları gazetelerden veya TV kanallarından talimatlarla uzaklaştırılmış, basın ve medya taraflı bir kılıfa sokulmuştur. Siyasetin dilinin rengi hiç değişmemiş, söylemleri ise sadece şekil değiştirmiştir. Bugün ülkede iktidarın yönetim tarz ve anlayışına göre konumlanmış, basın ve medya organizasyonu öne çıkarken, iktidarla içli-dışlı olan herkesin genellikle bir gazete veya TV kanalı sahibi olması da gözden kaçmamaktadır. Hal böyle olunca, bu kabil medyanın temel görevi koro şeklinde, iktidarın yaptıklarının reklamını yapmak, yapılanı olduğundan fazla göstermek, yetkililerin demeç ve açıklamalarını süsleyerek ve abartarak halka iletmek ve yanılsamalar yaratmak gibi durumdan vazife çıkaran bir anlayışın yansımalarına bizler maalesef basın ve medya diyoruz.
Önceki dönemlerde yazılı basının köşe yazarları; gerçeği ve doğruyu yazarken yol gösterici, birleştirici, aydınlatıcı, eleştirel bir dil kullanmayı, temel ve insani görevin ahlaki bir tezahürü olarak yerine getirirken, basın ve görsel medyadaki inanılmaz erozyonla niteliğini, dilini, söylemini yitirmiş yeni nesil medya anlayışı, köşe yazarlığı yerine köşe yazmanlığı gibi emeksiz, fikirsiz yeni bir akımın başlamasına neden olmuştur. Burada karşımıza çıkan köşe yazarlığı ve yazmanlığı sorunu, basın ve görsel medyanın içsel işlevsizliğinin dışa vurumudur aslında. Yazar; “Roland Barthes’in Yazı ve yorum” adlı eserinde belirttiği gibi, ‘Sözü işleyendir. İşçi gibi…. Sabreden, yazan, yazısını anlamlaştıran, kusursuzlaştıran, doğru ve gerçek dengesini kuran, amaç-araç dengesini gözeten”, Eduardo Galeano nun dediği gibi; ‘Silerek yazan, düzelten konu ve makalenin özünü, Niçin sorusundan sıyırıp, nasılda eriten gerçek emekçi iken, Yazmanlar; belli bir kaynaktan beslenen, sınırları çizilmiş, amaçtan ziyade yazdıklarını araç olarak gören, düşünüp, üretip, araştırıp sonunda yazma yerine, duyup, görüp, manipüle edip aktarandır”. Öyle ki; bu yazmanlar, iktidarın her politikasını yetkililerin açıklamaları doğrultusunda, konulaştırıp, eleştirel bakış açısı yerine övgüsel bir anlayışla değerlendiren, olmayana ergi metodunu sıklıkla kullanan, etik ve insani değerlerin kapısına uğramayı sorumluluk olarak görmeyen, zoraki bir yaranma psikozu içinde var olanı aktarmaktır. Basın ve görsel medyanın geldiği bu zavallı durum, yazar üretmesi, bu bağlamda tarafsız kalması olasılığı ortadan kalkmıştır. Yazmanların yazdık dedikleri ve aslında hiçbir şey yazmadıkları, ortalama bir değerlendirmeyle ortaya çıkacaktır. Yazmanlar, düşünüp, üretmez, açıklar ve nakleder. Yazar gibi kaygılı değildir.
Siyasetin basın ve medyayı şekillendirdiği bir ülkede, eleştirel düşüncenin ve bakış açısının tahammülsüzlüğe kurban edilmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Yazarın sözü işçi titizliğiyle işlemesi, yazdıklarının gücünü ve etkisini artırırken, yazmanın sözü aktarması yazının niteliğini düşürmektedir. Yazardaki dil; özgün, özgür, birleştirici, çaplı, yol gösterici, aydınlatıcı iken, yazmanların dili dilsizlikle üretilmiş, hadım edilmiş, edilgen bir yapıda karşımıza çıkmaktadır. Siyasetin demokrasinin tüm kural ve kurumlarıyla yerleşemediği ülkemizde, toplumun her alanına rasyonel olmayan bir şekilde sirayet etmesi, siyaset dilinin rengi eleştirilerinin haklılığını öne çıkarmaktadır. Ülkede her şey siyasetin üslup ve söylemine göre şekillendiğinden, üslup ve söylem arasına sıkışmış bir siyaset dili özgürlüğünü aramaktadır. Bu özgürlük arayışına ancak yazarlar rehberlik yapacak, dil mutlaka söylemi değiştirecektir. Aksi takdirde, aynı konuda atılmış birbirine benzeyen gazete manşetlerinden, gerçekten bir dil özgürlüğü ve özgünlüğü çıkaramayız. İsterseniz yarınki manşetlere bir göz atınız…