Nisan 2018 başlarında Ankara’da zirveler peşpeşe geldi. Önce Rusya Devlet Başkanı Putin’in ekonomi ağırlıklı heyetiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan bir araya geldi, birçok imzalar atıldı. En önemlisi ilki Akkuyu’da inşa edilecek nükleer santrallerdi. Anlamı; uzun vadede Türkiye’nin enerji sorununa merhem olabilecek ve nükleer enerji kullananlar sınıfına atlamayı gerektirecek bir gelişmeydi. İkinci konuk bir gün sonra Ankara’ya gelen İran Cumhurbaşkanı Ruhani idi. Anlaşılan o ki, Ruhani ile daha düşük profilde ama gene enerji ağırlıklı konular öne çıkmıştı. Aynı günkü zirvede ise Erdoğan-Putin ve Ruhani bu kez Suriye’nin geleceğini konuştular. Acaba bu zirveden Suriye’de çözüm ve Türkiye’yi rahatlatacak çözümler çıktı mı?
Önce sonucun negatif yönüne işaret edelim: Zirvede taraflar hemen her konuda anlaşabilmiş değiller. Anlaşmazlıkların başında şu hususlar önemli:
(a) Suriye’de Esad’ın geleceği,
(b) PYD-YPG’nin Türkiye’ye rağmen ‘terör örgütü’ olarak ortaklaşa ilan edilemeyişi. Hatta Astana Süreci’nde Rusya’nın bastırdığı ‘Suriye Ulusal Kongresi’ne PYD-YPG’nin katılması konusu…
Bu konulardan ilki Rusya ve İran açısından, ikincisi de Türkiye açısından çok önemli ve taraflar henüz bu iki konuda ortak bir zemin bulabilmiş değiller. Ama bu, tarafların “anlaşamadığı” demek de değildir!
En azından üç ülkenin Suriye konusundaki görüşmeleri ve zirveleri devam edecek. Cenevre Süreci’nde BM Temsilcisi De Mistura’nın sonuç alınamayınca gösterdiği havlu atma gibi bir durum söz konusu değildir.
Öte yandan her üç ülke lideri de Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yaptılar. Bunun anlamı, ABD merkezli olarak Suriye’yi bölme projesine karşı ortaklaşa bir karar alındığıdır. Eğer Rusya, ABD ile farklı bir zeminde ve Astana Süreci dışında anlaşma yapmazsa, Ruhani’nin altını çizdiği gibi ‘Suriye’nin geleceğini başka mahfiller değil, Suriyeliler tayin edecektir!’ Tabii ki ‘Esad’lı mı, Esad’sız mı?’ konusunda Türkiye’nin itiraz kaydı açık kalmak suretiyle…
ABD Başkanı Trump, Suriye’de kalmak için masrafları Suudi Arabistan ve Körfez Ülkelerine yıkmaya çalışırken, Türkiye-Rusya-İran üçlüsü daha farklı yaklaşmaktadır. Özellikle de Türkiye Suriye konusunda, Suriyeli sığınmacıların geleceği açısından projeler üreterek pozitif bir yaklaşım sergilemektedir. Ancak Suriye sınırının Suriye tarafında sığınmacılar için konut yapma teklifi ilk bakışta pozitif görünmekle birlikte, masraflarını kimin karşılayacağı sorusunun cevabı belli değildir. Projeye yabancı kaynak bulunursa Türkiye’nin çıkarınadır.
3’lü zirvenin pek çok yararı yanında Türkiye-İran arasında 2010 yılındaki gibi yakınlaşma ve karşılıklı güven tazeleme konusunda yeni beyaz sayfa açılabileceğinin görünmesi de önemlidir. Çünkü Mayıs 2010’da Brezilya ile birlikte imzalanan ‘Uranyum Takas Anlaşması’ ile tavan yapan Türkiye-İran yakınlaşması, anlaşmanın BM tarafından reddi ile çökmüştü.
Ama asıl önemli gelişme Türkiye-Rusya ilişkilerindedir. Rusya, tam da İngiltere ile ‘Casus krizi’ yaşandığı, ABD dâhil pek çok NATO ve Batılı ülkelerce hedefe alındığı bir dönemde bu zirve ile zafer naraları atar gibiydi. Hele de Türkiye gibi bir NATO üyesini yanına alarak…
Rusya, S-400 hava savunma füzelerini geri dönüşü olmayan bir anlaşmayla Türkiye’ye satarak, NATO’ya karşı Türkiye üzerinden ilerleyişini bu zirveyle katlamıştır. Ama gene de en önemli atılım nükleer santrallar konusundadır.
Nükleer santraldan elde edilecek elektrik enerjisinin bir hayli yüksek maliyetli olduğu ileri sürülüyor. Bir zamanlar ‘Mavi Akım’ için de benzer şeyler söylenmişti. Bugün ise akla bile gelmiyor. Hele santraller faaliyete geçip de Türkiye’ye tamamen devredildikten sonra oldukça ucuza gelecektir. Ama asıl önemlisi, Türk bilim adamlarının ve öğrencilerinin, araştırmacılarının bu nükleer santral anlaşmasıyla teknoloji ve bilgiye ulaşımda Batı’dan gördüğü engellere takılmayacak olmasıdır. Bu unutulmaması gereken önemli bir kazançtır!
Son Söz: Türkiye için yapılan gelişmeleri ara sıra da olsa pozitif açıdan da görmeye çalışalım! Burada ‘NATO’dan çıkalım!’ demiyorum. Ama Türkiye, dış ilişkilerini kendi düzenlemelidir!