Antakya’m, ahhh Antakya’m!

Aynı kaderi paylaştık.
Onlar, bizden çok daha ağır yaralı!

* * *

Bir tanıdıkla karşılaştım.
Antakya’nın ileri gelen ailelerinden.

İskenderun’da çarşıda yürürken, onu dalgın dalgın vitrinlere bakarken görünce bir süre uzaktan izledim.

Eski halinden eser kalmamış.
Dokunsan düşecek gibi!
O nasıl bir ruh halidir bu?

Seslendim.
İrkilip bana doğru döndü.
Öylece bakıyordu!
Ne diyeceğini mi şaşırdı acaba?

Yanına gittim.
Boynuma sarıldı.

Şaşkın mı?
Çok üzgün mü?
Mutlu mu?

Depremden sonra ilk görüşüm olduğu için bir şey sormaya da korkuyorum çünkü boynuma sarılırken ağlamaya başladı.

İnşaat Mühendisi.
Antakya’da ailesiyle aynı apartmandaydı.
Bir fabrikanın üretim müdürü.
O neşeli halinde eser kalmamıştı.

Hem ağlıyor, hem anlatıyordu:
“Ailemizin yarısını depremde kaybettik. Kalan aile fertleriyle birlikte Arsuz’a yerleştik. Tüm hayatımız enkaz altında kaldı!”

Bir kafeye geçtik.
Sakinleştikçe kesik kesik anlattı.
Darmadağın olmuşlar!

Yeniden bir çevre.
Yeniden bir hayat.
Yeniden bir iş.
Yeniden bir gelecek.

“Nereye kadar abi?” derken kalbimin parçalandığını hissettim.

Yüz hatlarından, çektikleri acı nasıl da belli.
Dalıp dalıp, ‘Antakya’yı sayıklıyordu!

* * *

Antakya’ya görmeye gücü yokmuş!
Binlerce Antakyalı kardeşlerimiz gibi.
Savruldukça, savrulmuşlar!!!

‘Sana her zaman kapım açık’ dedim.
O kadar rahatladı ki…

Ayrılırken, son cümlesi acılarını anlatıyordu:
“Antakya’m, ahhh Antakya’m!”

* * *

BİZ, birlikte Hatay’ız!
BİZ, birlikte aileyiz!
BİZ, birlikte kardeşiz!
BİZ, birlikte CAN’ız!
BİZ, birlikte TÜRKİYE’yiz!

El ele olma zamanı!
Biliyor musunuz, hepsinin çok özel ve güzel yaşamları vardı.
Sıradan görmeyin sakın!!!