İnsani körlüğün yarattığı ve yeni ekonomik düzenin, vahşiliği ve doyumsuzluğunun sonuçlarından biri ve trajik olanı şüphesiz ‘Göç, Mülteci ve Sığınmacı’ sorunudur. Kapitalizmin yeni sunaklarında feda edilmeye hazır aciz insanlık sorunu; yeni dünya düzeni fenomeninin aynı zamanda yaratıcısı konumundadır.
Bir taraftan günde 1,5 dolarlık geliriyle yaşam mücadelesi veren yüz milyonların yanında, diğer taraftan dişi kana bulanmış vahşi kapitalistlerin doymak bilmeyen iştahları…
Böylesine adaletsiz, ahlaksız, kifayetsiz insanlık minvalinde, bir türlü dinmek bilmeyen, iç savaş kışkırtmaları, global terör eylemleri, kapitalizmin son tahlilde yaratıp, canavarlaştırdığı dinci terör yapılanmaları, hepsinin bir avuç kapitalistin amaçlarına hizmet etmekten öteye gitmediği gerçeği gündem oluşturmaktadır.
Savaşların, terör eylemlerinin, iç çekişmelerin yarattığı, derin izler bırakan ekonomik, psikolojik ve sosyolojik yoksulluk ve yoksunluk; insanları yerlerinden, yurtlarından etmeye başka ülkelerde cılız da olsa yeni umutlar aramaya itmiştir. İşte bu sosyal-demografik hareketlilik, özellikle göç başlığı altında, diğer hukuki statüleri de gündeme taşımıştır.
Ülkemizin coğrafi konumu ve stratejik önemi, göç, mülteci ve sığınmacı sorununun artarak yaşanmasına neden olmuştur. Buna bir de yanı başımızda bulunan ve en uzun sınırımızı oluşturan Suriye iç savaşında; ülke siyasetçi ve yöneticilerinin dış politikalarında, geleneksel dış politika ekseninden sapmaları, bu savaşta rejim karşıtlarını desteklemeleri sonucu, bu gün ülkemizde 4-5 milyon Suriye ‘li sığınmacının, 6-7 yılı aşkın bir süredir bulunmaları, özellikle ekonomik anlamda ucuz emek profilini oluşturmaları, ülke gençliğinin iş bulma zorluğunu kat be kat artırmıştır.
Her şeyden önce dini, milliyeti, belirli bir gruba üyeliği, veya siyasi düşünceleri nedeniyle, zulüm gören veya göreceği endişesini taşıyan ve ülkesini bu şekilde terk eden kişilere mülteci denmektedir. Bunların ayrıca hukuki bir statüsü vardır.
Sığınmacı ise; Mülteci olduğu iddiasıyla, ülkesini terk eden ve mültecilik başvurusu henüz sonuçlanmamış olan ve güvenlik için komşu ülkelere sığınan kimsedir. İşte Suriyeliler’in sorunu tam da budur.
Suriye iç savaşında gelecek perspektifli düşünemeyen, Emevi Camiinde Cuma namazı kılmayı, siyasi bir enstrüman gibi kullanan, yönetici ve siyasetçilerin eseri olan milyonlarca Suriyeli sığınmacı; dünyanın en zengin ülkelerine o arada Avrupa ülkelerine gitmemeleri için Türkiye’de yaşamlarına devam etmekte, bunun karşılığında 2-3 milyar Avroluk bir bedelle Türkiye’nin koruyucu bir karakol olması sağlanmaktadır. Yanlış dış politika ve siyasi hesaplar, bunların kalıcı olarak ülkemizde yaşayacaklarını göstermektedir. Tüm bunların yanında kapitalist bloğun silah satma bahanesiyle yarattığı ve canavarlaştırdığı, Taliban’ın Afganistan’daki hakimiyet atağı, Nato’nun çekilmesi, ancak Türkiye’nin Amerika’nın isteği doğrultusunda Kabil havaalanının güvenliği ve işletmesini gönüllü üstlenmesi yanlışı bakalım ileride neler yaratacaktır.
Bir de bunların yanında mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, genellikle ekonomik gerçeklerle ülkelerini gönüllü şekilde terk ederek ülkemizde özelliklede Metropollerde yaşayan çeşitli ülke vatandaşlarından oluşan göçmenler vardır. Türkiye adeta kuşatılmış bir konuma gelmiştir. Bu durum sağlıklı, yapıcı, dengeli ve olumlu politikalarla Türkiye lehine sonuçlanmaz ise, Türkiye yoğun bir yabancı karşıtlığı olgusunu optimal düzeyde tartışacaktır. Çünkü ekonomik kaynak ve yeterlilikleri sınırlı, ülkemizin, kendi ülke insanının açlık, yoksulluk ve istihdam sorununu çözmeden pastanın bir bölümünü ensar ve ihvan edebiyatıyla diğerlerine vermek, siyasi ve sosyal sonuçlar doğurabilecektir.
Vahşiliğin, ahlak ve siyasi körlüğün, global dalgalanmalarından ülke nasibini almamalıydı. Sizler ne dersiniz?