Saraya sığmayan devlet

John Stuart MİLL, ‘Ne zaman yükselen bir sınıf ortaya çıkarsa, ülkenin ahlak yapısının büyük bir bölümü, onun sınıfsal çıkarları, hissiyatı ve sınıfsal üstünlüğü üzerinden şekillendirilir’ derken adeta, yüzyıllar öncesinden ülkede yaşanan benzer durumu işaret etmiştir. Öte yandan yüce gazi Mecliste ise, ‘Adalet Mülkün(devlet) temelidir’  içerikli ve anlamlı yazı, aslında devletin adalet üzerinden kurgulandığını ve şekillendirildiğini anlatır.

Devlet: kutsal, yüce, kucaklayıcı, birleştirici, uzlaştırıcı ve barışçı yapısıyla dile getirilen adaleti besler. Devlet; kavram olarak çok büyük ve hacimli olmasının yanında, kurum ve kuruluşlarıyla, milletin bütünleştirici simgesidir. Hukuk ve ahlak, teamül ve gelenek, devletin modern zamanlarda işlevini yerine getirmesini sağlayan unsurlardır. Devlet ister maddi ister manevi olsun sadece kirlenmemiş vicdanlara sığar. Bunun dışında bu yüce devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla, gelenekleriyle, ahlak anlayışıyla, adaletiyle, eşit tutum ve davranışıyla, hukukun üstünlüğü ve sosyal yapısıyla, bir yerlere sığdırmanız hem fizik kurallarına, hem de fiziksel ve sosyal yansımalara aykırılık teşkil edecektir. Türkiye uzun bir dönemden beri Orta sınıf argümanını kayıp etmiş, onun yerine seçkinci muhafazakarlar sınıfı yükselişe geçmiştir. Yazının giriş bölümünde vurgu yapıldığı gibi devletin ahlak ve adalet anlayışı da bu seçkinci muhafazakârların çıkarları üzerinden şekillenmeye başlamıştır. Ülkede Partili Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçilmesinden beri bu yeni sınıfın yükselişi ve yerleşmesi ivme kazanmıştır. Bundan daha da önemlisi bu yüce ve ulvi devlet; adeta saraya sığdırılmaya çalışılmış, devletin hacmi sarayın hacminden misli şekilde büyük olduğundan devlet , saraya sığmamış, devletin dışarıda kalan bölümleri üzerinde devlet aygıtını küçültmeye yönelik basınçlar uygulanmaya başlanmıştır. Geleneksel ve işlevsel Kamu yönetimi anlayışı yerini, yeni Kamu İşletmeciliği anlayışına terk etmiş, vatandaşlık kavramı müşteri kavramına doğru evrilmeye başlamıştır. Devlet içinde denge ve fren mekanizmasını sağlayan, güçler ayrımı işlevselliğini yitirmiş, yasama ve yargı yürütmenin türevi haline gelmiştir. Öyle olduğu içindir ki; bu gün başta yüksek yargı olmak üzere yargı organları verdikleri kararlarda vicdani ve hukuki dayanaktan ziyade, siyaset içerikli kararlarıyla gündeme gelmektedirler. Yasama organının bir kanunla uygun bulduğu, uluslararası antlaşmalardan, Cumhurbaşkanının bir kararıyla çıkılabilmektedir.

Devlet saraya sığmadığından, bu güne kadar İş kanununda kara bir leke olarak duran 25/2 maddesi gereği on binlerce işçi, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadığı yalanıyla işten çıkarılmıştır. Kadın cinayetleri ve çocuk istismarı suçları bu kadar yükselmiştir. Devlet saraya sığmadığından, bakanlar kurulu sistemi, yerini şeklen bakan, işlevsel olarak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin adeta birer sekreteri haline dönüşmüştür. Bakanlar hakkında yapılacak denetim mekanizmaları haliyle sıfıra yaklaşmıştır. Öyle olduğu içindir ki; bu ülkenin kurucusu ve kurucu değerlerine, din adamı kisvesi adı altında, hakaret ve küçük düşürücü hal ve hareketlerde bulunulmuştur. Saray içinde ihdas edilen çeşitli kurul ve örgütlenmelerle, devlet aygıtında bulunan kurum ve kuruluşların adeta paralel yapıları gündeme girmiştir.

Devleti saraya sığdırmak için, yandaş, tarafgir, haber ve yayın etiğinden uzak, bir medya ordusu türetilmiştir. İnsanların Anayasa da güvence altına alınan, temel hak ve özgürlüklerinden, düşünce açıklama, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapma hakkı, Saraya karşı bir eleştiri olarak algılanıp, suç kataloğuna konmuştur.

İllegal yapı ve örgütlerin, yüce devlet aygıtını küçültmek, hukuk devlet anlayışından uzaklaştırmak için yaptıkları eylem ve fiiller hiç bu kadar karşılıksız kalmamıştı. Devleti saraya sığdırmak uğruna siyaset; bu kadar yalan, üslupsuz, içeriksiz, hakaret ve tehdit dolu ve de ahlak ve hukuktan uzak olmamıştı. Eduardo GALEANO’nun deyimiyle benzeterek söylüyoruz ki; bugünkü siyaset anlayışı, içi insanlarla dolu ayna gibidir, ancak görünmez insanlar, onları görürler, günü geldiğinde onları hatırlarlar, peki onlar yani güç sahipleri gidince, aynadakiler de gider mi?

Yani kısaca ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa, kültürden sanata kadar daha birçok alanda, bu kadar olumsuzluk ve huzursuzluk yaşanmazdı.

Bir cevap yazın