Türkiye’deki eğitim gerçeği ayrı bakış açıları ve düşünce kalıplarıyla incelendiğinde, birçok farklı gerçeğe bölünür. Bu bize eğitimi gölgesinden inceleme yerine, özünden, gerçeğinden inceleme mottosunu verir. Günümüz dünyasında eğitimin tek ve kalıcı sermaye olduğu gerçeği karşısında, uluslararası rekabette söz ve fikir sahibi, etkili ve etkileyici özelliği olan nesilleri yetiştirmek en önemli görevimiz olması gerekir. Gerçek böyle olmasına rağmen, ülkede sürdürülen din tandanslı eğitim anlayışı, eğitim kalitesini ve etkisini önemli ölçüde aşağıya çekmiş, sınav odaklı ve ezberci eğitim salınımı, beceri, ilgi, yetenek ve yaratıcılığı eşiğe süpürmüştür. Dindar nesil ütopyası uğruna eğitimde yarılmalar meydana gelmiş, sayıları çığ gibi büyüyen niteliksiz okullardan, niteliksiz kalabalıklar mezun olmuştur.
İnsan gücü planlaması doğrultusunda geliştirilemeyen eğitim politikaları, eğitimden oldukça uzak siyasilerin dar ve ufuksuz kafalarında eğreti şekilde biçimlenmiş, eğitimi, karşı siyasi rakiplerini mağlup etme, rövanş alma aracı olarak bir zafer edasıyla çıplak bırakmışlardır.
Türkiye’de okula gidilen yılları, okul çağındaki nüfusa eşit bölüştürürseniz, bir Türk Vatandaşının ortalama ancak 7,5 yıl eğitim gördüğü anlaşılır. Yani bizler sekizinci sınıftan terkiz. Eğitim; öğrencinin eleştirel, diyalektik, analitik ve yaratıcı düşünce ve becerilerini geliştirici bir tarzda kurgulanmadığı için, otoritenin ve ebeveynlerin öğrencileri tutsak ettiği bir alana dönüşmüştür. Eleştiren, sorgulayan, itiraz eden ve daha iyisini talep edenlerin karşısına, çirkin ve öfke suratlı disiplin yönetmelikleri çıkmış, çocuğun düşünme yetisi ve çabası, daha o anda acemi bahçıvanlar tarafından bilinçsizce budanmıştır.
İnsan-doğa, insan-toplum ve insan-insan ilişkilerinin değişim ve dönüşümünü sağlayan Diyalektik düşünce yöntemi, günah, ayıp ve suç söylemleriyle derdest edilmiş, eğitimde dar ve ufuksuz bir yerellik, eğitim paradigmasını uygarlık yaratan evrensellikten koparmıştır. Çocuğun düşünerek, bulunduğu ortamda, sebep-sonuç, amaç-sonuç bağlamında söylemde bulunması ve kendisi olması, düşünce sistematiğini geliştirmesi, bir aykırılık girdabında yok olup gitmiştir.
Dindar nesil, yüce İslam’ın güzel ahlak üzerine inşasının farkına varmadan, tarikat ve cemaatlerin çemberine takılmış, dindarlık dinciliğe evrilmiştir. Sınav odaklı ve ezberci eğitimin, yüz yüze eğitime göre hazırlanan müfredatı; Pandemi süresince uzaktan ve çevrimiçi olarak sunulmuş, Pandemiye uygun yeni, daha yalın ve seyreltilmiş bir müfredat hazırlanamamıştır. Dijital öğrenmenin, pedagojisi ve psikolojisi, yerinde ve zamanında doğru hesaplanıp, ölçülemediği için, öğrenme kayıpları yüzde yetmişleri aşmıştır. Öngörüsüzlük ve süreci yönetme beceriksizliği, eğitimi derinleşen ve yüzünü yoksulluğa çeviren bir krize bırakmıştır. Ülkede öteden beri eğitimdeki sınıfsal farklılıkların yarattığı eşitsizlikler ve haksızlıklar, tam önümüzde dururken, Pandemi süresince öğrenciler arasında, eğitime erişimdeki mutlak eşitsizlik, sınıfsal farklılıkları daha derinleştirmiştir. Bakanlık istatistiklerinden anlaşılacağı gibi EBA ve benzeri platformlardan canlı derslere katılım oranı gösteriyor ki; çocukların düş kurması, düşünce yapılarını ve sistematiğini geliştirmesi, coşkulu bir şekilde öğrenmelerini engelleyen yoğun, kaba ve gereksiz bilgilerle yüklü bu müfredatın artık Can suyu olmadığı kesindir.
Ülkede üst gelir gruplarının çocukları bu süreçte, özel ders, dershane ve iyi hazırlanmış yararlı eğitim programları ve benzeri piyasacı modelin ürünlerinden faydalanıp, öğrenme kayıplarına meydan okurken, orta ve özellikle alt gelir gruplarındaki ailelerin çocukları ise, eğitime erişimde karşılaştıkları çilekeş ve orantısız zorlukları, aşma konusunda hallerini anlatmakta sıkıntı çekmektedirler.
Pandemi Çocukları; şu anda edilgen, hayal kırıklığı yaşamış, dijital pedagoji ve psikolojik patolojiler yaşayan, fırsat ve olanak eşitsizliği kapsamında eğitim yoksulluğu ve yoksunluğunu dibine kadar yaşayan şansızlık ve kaderciliğe hapsedilmişlerdir. Sessiz çığlıklarını duyan var mı?