Eleştirel düşüncenin parantezi

‘Eleştirel düşüncenin ülkemizde ulaştığı yer neresidir?’ sorusunun güncel ve görüntülü yanıtını, medya organlarından her gün ders çıkararak öğrenme yeterliliğimiz karşımızda durmaktadır. Eleştirel Düşünce, kendisinin yer etme, alan bulma, anlam yükleme, değer katma ve özgür olma yolundaki çabasının önünde polis copu, biber gazı ve polis kalkanıyla orantısız gücün kullanılması gibi kaba bir kimliğin durduğunu, bunun düşünme ve düş kurmanın, zihinsel filizlenmesini, dış dünyada bir filizkıran fırtınasının beklediğini elbette ki bilemezdi. İnsanın en temel hak ve özgürlüklerinden olan düşünme ve ifade özgürlüğü, aynı zamanda çocuk ve gençlerin kimlik ve kişiliklerini geliştirici ve pekiştirici özelliği olan, analitik, yaratıcı, diyalektik ve eleştirel düşüncenin temel üreticisi ve yol göstericisidir.

Özgürlükleri, özlemleri ve düşleri, güvenlik-özgürlük dengesinde güvenlik sunaklarına hapsedilmiş gençler; hak arama, haklı çıkma durumundan, yürütmenin eleştiriye olan tahammülsüzlüğü yüzünden yine terör damgası yemekte, önleyici kolluğun orantısız güç kullanımı karşısında ülkeye yakışmayan durumlara muhatap bırakılmışlardır. Bu ülkede son yıllarda moda olan iktidara ve yürütmeye her eleştiri, her hak arama, her özgürlük talebi, iktidar ve bileşenleri tarafından en temel savunma mekanizması olan terör ve terörist suçlamasıyla karşılık bulmaktadır. Oysa eleştirinin düzeltici ve yönlendirici bir etkisinin olduğu, eleştirilen her konuda matematiksel ve felsefi sarsıntılar yarattığı gerçeğini de unutmamak gerekir.

Peki temel hak ve özgürlüklerin içinde olan ve kimi hukukçular tarafından çekirdek haklar olarak ta tanımlanan ve temel hak ve özgürlüklerin durdurulmasına gerekçe olan, olağanüstü hal ve savaş hali durumlarında bile dokunulamayan bu çekirdek haklardan olan ve Anayasanın 15. Maddesinde belirlenen son cümlede” Suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar, kimse suçlu sayılmaz.” Açık hükmüne rağmen, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin rektör atamasına karşı çıkarak, ortaya koydukları demokratik ve barışçıl direnmelerini, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını, basit ve ucuz bir söylemle perdelemenin ve konuyu şirazesinden çıkarıp ap ayrı bir hale getirmenin çabası bu ülkeye ve gençliğe bir şey kazandırmayacaktır. Bu konu üzerinden sivil toplumu ve hak arayanları terbiye etmeye yönelik söylem, demeç ve açıklamaların da hukuk ve hakkaniyetle analiz etmek olası değildir. Bu ülkenin en parlak beyin ve zihinlerine karşı, takınılan ayrıştırıcı ve öfke dolu dil; geleceğimize, umutlarımıza, ufkumuza ve baharımıza bir şiddet sarmalının başlangıcı da olabilir. Ayrıca ülkenin milli ve manevi değerleri hiçbir siyasi partinin tekelinde ve kontrolünde değildir. Bu değerler siyasetten bağımsız ve tüm ülke insanının atadan mirasıdır. Bunların siyaset konusu yapılması, siyasete malzeme olması, beka sorununa eklemlenmesi kısır siyasetin vardığı noktayı göstermesi açısından ilginçtir.

Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan sayın rektör; ‘Yönetmenin temel unsuru olan, kabul edilebileceğiniz oranda yönetebilirsiniz” ilkesine rağmen Boğaziçi Üniversitesi’nin iç paydaşları tarafından kabul göremeyeceği ortadadır. O halde bu inatlaşmanın ve gerginlik yaratmanın ne anlamı olabilir ki? Derme çatma demokrasimizde istifa mekanizması acaba neden işlememektedir? Bu da ayrı bir soru olarak sorulması gerekmez mi? Ülkenin acil çözüm bekleyen bu kadar sorunu arasında sayın rektörün istifa etmeme inadı ve sulh için kendince altı aylık bir süre tanımasının yönetim bilimi açısından, makul ve mantıklı bir çözüm arayışı içinde olmadığı kesindir. Bu parlak beyinlerin haklı taleplerini görmezden gelip onları şeytanlaştırma çabaları da tipik Ortadoğu Kültürü’nün yaşamımızdaki prangasıdır. Devletin şefkatini ve çözüm elini uzatmasının artık tam zamanıdır. Umut ve özlemle bekliyoruz…

Bir cevap yazın