Özgür bir ülkede…

Yazmak, özgürlüktür. Yazmak için okumak, araştırmak, özümsemek, yorumlamak ve değerlendirmek gibi becerilerinizi üst düzeye çıkarmanız gerekir.

Halkın haber alma kaynağını oluşturan Basın ve Medya sektöründe, bilgi, beceri ve felsefi derinliğini öne çıkarıp, etik ve hukuki değerlere sahip, vicdani sorumluluğu hakim kılıp, palyatif haber ve polemiklerden uzak, gerçek gündemin peşinden koşan, eleştirel düşünce ve rasyonel aklın oluşturduğu retorik haber ve bilgi sarmalını kullanan kaç gazeteci var? Basın tarihinin ibretlik sayfalarından da anlaşılacağı üzere, Türkiye‘de bu bağlamda gazeteci olmanın hep bir bedeli olduğu görülmektedir. Cumhuriyet öncesi ve kurtuluş savaşı yıllarında, Emperyalistlerin dayattığı Mondoros ve benzeri antlaşmaları, meşru ve doğru göstermeye çalışan, dönemin yönetim erkinin kapısında beslenen vicdan ve kalemini satmış, aklını kiraya vermiş gazeteci kılığındaki güruh, yalan yanlış haber yaparken, bir taraftan da yönetim erkinin pranga vurulmuş düşünce ve icraatlarını övme ve doğrulama gayreti göstermişlerdir. Gerçek gündem ve haber kovalayanlara da ağır bedeller ödetilmiştir.

Aslında tarihi dönüm noktaları açısından Basın ve Medya sektörü; bu meslekten gelen ve yılların deneyimlerini gösterenlerin, dışındaki sermaye sahiplerine satılmalarından sonra, gazetecilik iktidar sofralarında biçimlenmeye başlanmış, iktidarlar bir anlamda kendi medyalarını oluşturmuştur.

80 ‘li yılların çağ atlayan Türkiye‘sinin iktidar yanlısı kırık ve çürük kalemleri, dönemin başbakanının yurt dışı gezilerinde, uçağının Vip yolcuları olurken, dönemin yanlış ve hatalı siyasi karar ve icraatlarını eleştirenler hep dışarı da bırakılmadılar mı?

“Basın özgürdür ve halkın ortak sesidir” ilkesi, ‘Basın taraftır ve iktidarın ortak sesidir’ metaforuna dönüşürken, gazeteciliği vicdani bir sorumluluk, ahlaki bir yönelme, rasyonel aklın üretimi, hukuk ve bilimin bir gereği olarak gören gerçek gazeteciler, hep bedel ödemek zorunda bırakılmıştır. Çünkü hukuk ve onun oluşturduğu yargı sistemi, ana minvalinden sapmış, talimat hukuku kısıtlı demokrasinin yükselen değeri haline gelmiştir. İktidar ve yönetime karşı yapılan her eleştiri, yaptıkları her hatalı icraat ve yönetim, gündeme getirilince, gazetecilerin yandığı gün o gün olmaktadır. İktidar ve yönetimin geniş medya ağı, iktidara yakın işadamları tarafından bloke edilmiş, satın alınmış, dik duran duruşunu bozmayan, ilke ve düşüncelerinden taviz vermeyenler kapının önüne bırakılmıştır. İktidarın propagandist medyası oluşturulmuş, haber etiği ve sunumu adeta yerle bir edilmiştir.

Manipülasyon, yalan haber ve eleştirinin geri çekilmesi, Basın ve Medya da ortalamanın zaferi gibi görülmüş, Yurt dışı seyahatlerde iktidar yöneticilerinin uçaklarında yer almanın canhıraş çabası, basın ahlakı ve onurunun önüne geçmiştir.

Neyin haber yapılıp neyin yapılmayacağı, nelerin eleştirileceği, nelerin eleştirilemeyeceği, neyin doğru, neyin yanlış olduğuna artık; bir avuç kalmış basın ve medya emekçileri üzerinde sallanan, onları korku tünelinin içine itmeye çalışan ideolojik ve talimat yargısı, karar verir duruma gelmiştir. Basın ve Medyanın sefaleti kısıtlı demokrasinin kan kaybı olarak siyaset gündemine yansımış, tutuklu ve özgürlüğünden alıkonulan gazetecilerin sayısı, Türkiye‘yi hak ve özgürlükler liginde üçüncü dünya ile nerdeyse eşdeğer kılmıştır. İktidar basınının etik dışı davranan kalemşörleri, kendi küçücük dünyalarında kurdukları ve kurguladıkları sistemin devasa güzelliklerine övgüler dizerken, eleştirilere karşı da hiç tereddüt etmeden sövgülerini zehirli şekilde zerk etmekten kaçınmamaktadırlar.

Sabaha karşı çalınan ziller ve gözaltına alınan gazeteciler… Kendini özgür bir ülkede hissetme illüzyonunun gerçek görüntüsü…

Bir cevap yazın