Siyasi iktisat açısından, ekonominin odağına kalkınmayı yerleştiremeyen ülkelerin salt büyüme ile ekonomilerini dünya ile rekabet edebilecek bir noktaya taşımaları olası değildir. Aslında ekonomik terminolojide Büyüme; Kalkınmaya göre daha dar bir kavramdır. Kaba bir ifadeyle Büyüme: Bir yıl içerisinde kişi başına düşen milli gelirdeki artışı formüle etmektedir. Kalkınma ise, büyümeyi de kapsayacak şekilde, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda kaliteli ve nitelikli bir değişimi ifade etmektedir. Bir yönetim sanatı olarak siyaset; sürekli olarak iktidara gelmek, iktidarını sürdürmek amacıyla ekonomiyi rasyonel şekilde kullanmayı ve siyasi anlamda kazanma aracı olarak görmüştür. Seçim kazanmanın, iktidara gelmenin, hükümet etmenin yolu mutlak surette ekonomiden geçtiği gerçeği karşısında, siyaset; kitlelere umut vermek amacıyla tüm ekonomik parametreleri kullanır. Kendi penceresinden ekonomiyi istatiksel verilere indirgeyip, süslü ve umut dolu söylemleri hep oy avcılığı için kullanan iktidarlar; halkın gerçek ekonomisinden uzaklaşır. Çünkü böyle iktidarların ekonomileri kalkınma endeksli değildir. Onlar için sayısal veri kavramını içeren büyüme kavramı, büyük bir çıkarım olarak sunulur. İnsani gelişme endeksi, büyüme kavramı içerisinde kendine yer bulamadığından, ekonomik kalkınma ve unsurları, iktidar program ve planlarında çok değerli görülmemektedir.
Nüfus artış hızı, doğal kaynakların araştırılması ve kullanılması, sermaye birikimi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ekonomide kullanılması, sektörel bazda yatırım planlamaları, gelir adaleti, istihdam, işsizlik, eğitimin niteliği, sağlık ve benzeri alt alanlar dahil, toplumsal, kültürel, politik her türlü argüman, ekonomik kalkınmanın Take-off(kalkış) aşamasında ki nirengi noktalarıdır.
Türkiye serbest piyasa ekonomisi paradigmasına geçip, neo-liberal politikaları benimsemeye başladığından beri, ülkenin kuruluş ve kurtuluş felsefesini içeren temel ekonomik işletme, kurum ve kuruluşlar; özelleştirme adı altında elden çıkarılmış, ekonomik ve stratejik katma değerleri çok yüksek olan, bu işletmelerin özelleştirilmesi, ekonomik alt yapının erozyona uğramasına neden olmuştur.
80’ li yıllarda Özal hükümetleri döneminde başlayan “Çağ atlayan Türkiye” söylemleri, 2002 den sonra ülke yönetiminde söz sahibi olanların, “Hayaldi gerçek oldu, yeniden Büyük Türkiye, Çılgın projeler” başlıklarında ve dünyadaki konjonktürel gelişmelerin yardımıyla dışarıdan sağlanan sıcak para ve vatandaşın gelecek perpektifli borçlanmalarıyla ekonomide kayda değer büyümeler gerçekleşmiş, kişi başı milli gelir artışları gerçekleşmiş, ama refahın tabana yayılmaması, yeni istihdam alanlarının oluşturulamaması, yatırım mallarının üretilmemesi ve en önemlisi yeterli sermaye birikiminin oluşmaması neticesinde, ekonomi zaman zaman sıkıntılar yaşamıştır. Büyümenin en parlak olduğu dönemlerde bile; “Çağ atlayan Türkiye, Hayaldi gerçek oldu” söylemleri, toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmada niteliksel dönüşüm sağlayamamış, bölgeler, iller, ilçeler ve mahalleler arasındaki derin ekonomik farklılıklar giderilememiştir.
Hele son yıllarda devletin ekonomiye can ve yön verdiği Devlet Planlama Teşkilatının, devre dışı bırakılarak kalkınma bakanlığına dönüştürülmesi ve ardından kapatılmasının ardından, ekonomideki kısa, orta ve uzun vadeli planlar ve stratejiler gündemden düşmüş, büyüme rakamları övünç unsuru olurken, eğitimin nitelik sorununa el atılmamış, ekonomiyi besleyecek nitelikli insan gücü yetiştirilememiş, kültür, sanat ve toplumsal gelişme, yeterli düzeyde gerçekleşmemiş, plansız ve düzensiz göçlerle kırsal boşaltılmış, tarımsal iş gücü daralmış, kentlerde niteliksiz yığınlar oluşmuştur.
Ekonomik kalkınmanın ana unsuru olan hukuk güvenliği ve üretken yatırımlar, temelden sarsılmış, sosyal sorunlar çözülemediğinden, kronik ekonomik sorunlara dönüşmüş, “Gerçek olan Hayaller illüzyonu” dış dünyanın gerçeklerine çarpmıştır. Gelinen noktada tıkanan bir ekonomik yapı, basılan para genişleyen emisyon hacmi, sürekli azalan döviz rezervleri, artan işsizlik, tarımın ve çiftçinin durumu, esnafın çilesi, Sanayi üretiminde kapasite kullanımı, cari açık ve benzeri sorunlarla ilgili, pragmatik ve popülist yaklaşım ve Hayal olan gerçekler…