Gözümün önünde bugüne kadar silinmeyen ve hiç silinmeyecek olan bir tablo…
Yıl 2009
İstanbul Beylerbeyi’ndeki Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı’nın bahçesi… Bahçenin ortasında Türk bayrağına sarılı bir tabut ve tabutu çevreleyen yüzlerce üniformalı asker… Tören alanının her santimini kapsayan derin bir üzüntü ve ağır, çok ağır bir sessizlik… Her seferinde sessizliği bir mermi gibi delip geçen 10 yaşlarında bir kız çocuğunun, Ali Tatar’ın kızının çığlıkları…
“Haziran’ın ilk haftasıydı. Birden Kalender’deki evimizin etrafını polis ve asker sardı. Babamın eline valizini verdiler; bir kucaklaşmadan sonra alıp götürdüler. Ona ne yapacaklardı? Nereye götürüyorlardı? Daha o an babamın hasreti içime çöktü. Acaba onu bir daha görebilecek miydim? Bir ömür boyu o sahne gözümün önünden gitmedi. 27 Mayıs travması benim hayatımı derinden etkiledi. Özgürlüklerin kıymetini o zaman anladım. Siyaset, asker çizmesi altında ezilirken, hukuk ve adaletin değerini kavradım. Babası yaşarken öksüz kalmanın acısını tattım.”[1]
Böyle diyor hapishanedeki Nazlı Ilıcak. Babasının haksız bir şekilde kendisinden kopartılışını unutmamış. Özgürlüklerin, hukuk ve adaletin önemini ve değerini kavramış.
Nazlı Ilıcak’a inanmalı mıyız?
Tarih: 27 Mart 2013
Gazeteci! Nazlı Ilıcak “Amirallere Suikast diye bir dava yok” diyen yargıca gösterilen tepkiler üzerine Ali Tatar’ı suçlayıcı bir yazı kaleme alır. Yazısı yayımlandığında Ali Tatar bu dünyadan ayrılmış, hakkındaki suçlamaların düzmece olduğu çoktan ortaya çıkmıştır.
“(…) Ama iddianamede, suikast için baştan itibaren ceza talep edilmedi. Sanıklara atılı başka suçlamalar vardı. Mesela intihar eden Yarbay Ali Tatar hakkında ihbar mektubundaki iddiada “Bu organizasyonun en büyük uyuşturucu ayağı olan Ülkü Öztürk, Tatar’ın bilgisi dahilinde Kocaeli’de bulunan Samet Et adlı kasabın sahibi Levent Çakı’dan malzeme temin etmektedir” deniliyordu. Sanıklara atılı suçlar iddianamede şu şekilde yer almıştı: “Silahlı terör örgütü üyesi olmak; örgütün amaçları doğrultusunda patlayıcı madde bulundurmak; birçok kişiye ait özel bilgileri hukuka aykırı olarak kaydetmek; kişisel kullanımı haricinde uyuşturucu madde bulundurmak, ticaretini yapmak.”
Görüldüğü gibi, amirallere suikast ilk günden itibaren iddianamede yok. Ama bakıyoruz, birden bire Ali Tatar’ın intiharı üzerinden Poyrazköy davasını itibarsızlaştırmak gayretleri yoğunlaşıyor. Bu ne iş!”[2]
Bir yanda kardeşinin, kocasının, babasının ölümünü, onu ölüme götüren yoldaki sahte dijital verileri, dijital komploları hazırlayanları, bu komploya iştirak eden hukukçuları, yani hukuk kullanılarak işlenen cinayeti haykıran insanlar…
Diğer yanda bu cinayeti işleyen zihniyetin arkasında duran, bir kez bile davaları izlemeye gelmemiş, ihbar mektuplarını, savcıların iddialarını köşesine alıp suçlananlara kapılarını kapamış bir kadın…
Bir kadın, bir anne…
Bir anne, Ali’nin çok sevdiği kızı Gökçen’in çığlıklarına kulağını tıkayabilir mi?
Bir kadın, Ali’nin çok sevdiği karısı Nilüfer’in haykırışına karşı ‘Bana ne!’ diyebilir mi?
Bir kadın, kardeşi kollarının arasında can veren ağabey Ahmet’in söylediklerine böyle yanıt verebilir mi?
Gazeteci Ilıcak, Ali Tatar’ın suikastla suçlanmadığını, aslında uyuşturucu işinde olduğunu iddia ediyor. Kendisini savunamayacağını iyi bildiği Ali hakkında ağır ithamlarda bulunmakta bir sakınca görmüyor…
Nazlı Ilıcak’a inanmalı mıyız?
Tarih. 21 Eylül 2019.
“Filim şeridi zihnimde geriye doğru sarıyor. Bodrum’dayım. Deniz kenarındaki evimin terasında keyif çatıyorum. Mutluyum. Ertesi gün Briç grubum gelecek. Ardından oğlum, gelinim ve torunum. Odaları hazırladım; yatakları yaptım. Çok güzel, eğlenceli günler beni bekliyor. Sevinçliyim. Dudaklarımda tebessüm, hayallere dalıyorum. Torunum Kemal’e oyuncaklar satın aldım; bir sürü. Salıncağını kurdum. Kendime de bir bisiklet aldım. Sahilde Kemal’le beraber bisiklete bineceğiz… Meğer ben misafir ağırlamaya hazırlanırken, kaderin başka hesapları varmış. ‘Hayat sen planlar yaparken başına gelenlermiş’ diye boşuna dememişler.”
Her ne kadar Nazlı Ilıcak kadar Bodrum’da deniz kenarında bir evi olmasa da Ali Tatar’ın da benzer hayalleri vardı, hepimiz gibi… Birkaç yıl sonra emekli olacaktı mesela… Kızını büyütecekti, onunla birlikte doyumsuz zamanlar geçirecekti… Torunlarını sevecekti… Arkadaşlarıyla yaşamı paylaşacaktı… Annesini mutlu edecekti her elini öptüğünde…
“Öyle bir dünya ki, adil olsa… Öyle bir dünya ki, çocuklar, analar ağlamasa… Öyle bir dünya ki, insanlar kardeş olsa…”[3] diyor, Ilıcak… Katılmamak elde mi? Ben de Ilıcak’ın dileklerine katılıyorum. Fakat yine de soruyorum:
Nazlı Ilıcak’a inanmalı mıyız?
Tarih: 22 Eylül 2012
“Balyoz’da karar açıklandı. Daha her şey bitmedi. Konu, Yargıtay’da değerlendirilecek. Dava sürecinde olduğu gibi, karar da Türkiye’yi ikiye böldü. Kimine göre, “Vatansever askerler düzmece belgelerle cezaevine gönderildi ve sonuçta mahkûm edildi.” Kimine göre ise, “Darbeye teşebbüs edenler yargılandı ve cezalarını aldı.”
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım bile, kendini savunmak için Gülen Cemaati’nin tertibi iddiasına sığındığına göre, Balyozcuların bu gerekçeyi kullanmalarına şaşmamak lâzım. Zira belgeler düzmeceyse, “Kim yaptı?” sorusunu cevaplandırmak gerekir.
11 ve 17 No’lu CD’lerde, hem 1. Ordu’daki Plan Semineri görüntüleri ve konuşmaları var, hem de Balyoz adı altında yer alan Oraj, Suga, Sakal, Çarşaf gibi eylem planları. Bu CD’lerdeki bilgilerin aynısı, daha sonra Gölcük’te İstihbarata Karşı Koyma Birimi’nin parkesinin altında saklanan 5 nolu Hard Disk’te çıktı. Ama “CD’ler düzmece” diyenler ve bunu Gülen Cemaati’ne atfedenler yılmadı. Hard Disk’e de bu kayıtların onlar tarafından düşürüldüğü belirtildi.
Konu daha çok tartışılacak. Ben de üzerinde yazacağım ama şimdilik sonuçtan büyük bir memnuniyet duymadığımı söylemek isterim. Benim için önemli olan -askeri vesayetin sona ermesi adına-, darbe teşebbüsünün yargılanmasıydı. Ama askerlerin cumhuriyeti korumak ve kollamakla kendilerini görevli addettiklerini, bu yüzden darbeye kalkıştıklarını biliyorum. Türkiye, 1960 darbesinden sonra askeri vesayet sistemi içine girdi. Siviller ve askerler bu anlayışa göre şekillendi. Bu tavır yanlıştı, fakat Türkiye’nin bir gerçeğiydi.
Balyoz’un yargılanması, yanlışın vurgulanması ve doğru istikametin gösterilmesi açısından lüzumluydu.”[4]
Birden bu yazıyı anımsıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüzlerce subayı haksız ve hukuksuz bir şekilde mahkûm edilirken, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne savaşta bile verdirilemeyecek hasarlar verdirilirken, ülkemizin geleceği karartılırken Nazlı Hanım’ın yazdıkları aklıma geliyor. Her şeyden emin kendisi. Pek kandırılmış gibi görünmüyor yazılarında.
“Burası Türkiye, benim vatanım. Öyleyse neden içerdeyim? Niçin öz vatanımda bu kadar garibim?”[5] diyor şimdi de. Türkiye’yi vatanı olarak kabul eden bir insan ülkesinin ve ulusunun kötülüğünü ister mi? Suçsuz ve günahsız insanların betona gömülmesini alkışlar ve hatta destek olur mu? Anlamak olası değil.
“Uyumak en güzeli! Ah bir uyuyabilsem; deliksiz uyuyabilsem… Uykularım delik deşik. Kâbus dolu.”[6]
Üzülüyorum Ilıcak için. Hapishanede uyumanın nasıl olduğunu bilirim. Beton mezarlarda geçen uzun yıllar boyunca çok uykusuz kaldığımız oldu. Uykusuzluğumuzun ana nedeni kendi derdimiz değildi emin olun. Ülkemizin geleceği için, tüm ulusumuzun çocukları için kaygılandığımızdan, yapılan haksızlığa duyduğumuz hiddetten uyuyamazdık.
Ilıcak’ın insanımızın hafızasının zayıflığına güvenen ve Türk insanının güzel yüreğine hitap eden mesajlarını Ali Tatar, Cem Çakmak, Murat Özenalp, Berk Erden, Olgun Ural, İlhan Selçuk, Türkan Saylan, Teoman Koman gibi hapishane süreçlerinde şehit verdiğimiz değerli insanları düşünerek, dudaklarımda -yüreğimin sızısını ifade eden- ince bir gülümseme ile okuyorum ve kendi kendime soruyorum;
Nazlı Ilıcak’a inanmalı mıyım?
Bugün gelinen noktada ben de Nazlı Ilıcak için adalet talep ediyorum. Kumpas davalar sürecinde işlenen cinayetleri, babasız kalan çocukları, çalınan umutlarımızı, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğini düşünüyorum… Tüm insanlık için istediğim hukuk ve adalet talebimi kendisi için de talep ediyorum.
[1] Nazlı Ilıcak, T24/21 Eylül 2019
[2]Nazlı Ilıcak/Sabah Gazetesi/27 Mart 2013
[3] Nazlı Ilıcak, T24/21 Eylül 2019
[4] Nazlı Ilıcak, Sabah Gazetesi, 22 Eylül 2012
[5] Nazlı Ilıcak, T24/21 Eylül 2019
[6] Nazlı Ilıcak, T24/21 Eylül 2019