Aynılaşmış Siyaset

Siyaset; toplumu yönlendirme ve biçimlendirme sanatı olarak ta yorumlanabilir. Siyaset kurumu toplumun istek ve reflekslerine göre, kendini sürekli geliştiren ve yenileyendir. Öyle olduğu için çağdaş demokrasilerde, siyaset toplumu, toplum ise siyaseti karşılıklı olarak, gelişme ve değişime zorlar. Böylelikle umut ufukları ve bir devingenlik süreklilik kazanır. Buralarda olgu yargıları, değer yargılarıyla birlikte eş kavramlar olarak, paralellik gösterir.

Bir toplumun en büyük sorunu aynılaşma ve kendini tekrar etmektir. Toplumsal körlük bu aynılaşmada temel unsurdur. Görmeyen gözlerin bakma eylemi, kendini tekrar eden toplumun çarpıcı özetidir. Konu aynı, nesneler aynı, siyaset mevsimleri aynı, düşünceler ve tepkiler aynı… Bu toplumun gerçeklikten kopuşunun içe kapanışının, siyaset felsefesindeki sonuçlarının tartışmaya açılmasıdır. Türkiye’deki siyaset anlayışı ve toplum yapısına buradan bakınca insanların her şeyden önce görme biçimlerini değiştirmelerini, bakanların ise bakmanın içinde görmeye değer olanları görmeleri gerekecektir.

Tikel, bayat, lezzetsiz, mutluluğu hep erteleyen bu seçkinci siyaset anlayışı, kendi içinde aynılaştığı gibi özellikle iktidar cenahına oy veren seçmenin de aynılaşmasına neden olmuştur. Sloganı, jest ve mimikleri, söylemi ve düşüncesi aynı olan, iktidar siyaseti; karşıt görüş ve düşüncedeki siyaset anlayışına karşı, aynılaşmış bir savunma mekanizması kullanırken bu mekanizmanın yıprandığını, eskidiğini, etki ve geçerliliğini yitirdiğine sadece baktıklarından, sanal bir korku ve sindirme tavrı üretmişlerdir. İktidara yakın yandaş medyanın, bütün manşet, sür manşet ve haber başlıklarının aynılaşıp bayatlaştığını görürsünüz. Sorun, bu körlüğün dışarıdan bakılınca fark edildiğidir. Oysa siyasete yön veren iktidar, dışarıdan bakma yeti ve becerisini kullanmakta isteksiz davranmaktadır. Siyasetin doğruluğu ve aklıyla, belli bir yerde konumlanamayacak Partili Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi, yönetim anlayışında da hızlı bir aynılaşma yarattığından iktidar partisi sistemi rehabilite etmek için kolları sıvamışa benziyor. Kervan yolda düzelir, anlayışının eğitim sistemimize verdiği tahribat ve zararı görmezden gelip bunu yönetim sisteminde denenmesinin getireceği sonuç sıfırdan büyük olmayacaktır. Bu yönetim paradigması bir toplumsal uzlaşı ve tartışma yapılmadan, karşı düşünceye bir meydan okuma anlayışıyla gerçekleştiğinden, sistemin maraz ve patolojiler üretmesi kaçınılmazdır. Bunları pansuman yöntemleriyle iyileştirmek, olanağı olmayacağından sistem sürekli sorun ortaya çıkaracaktır. Her şeyden önce bir devlet ve ülkenin varlığının sürdürmesinin gerçek unsurunun hukuk ve adalet olması nedeniyle, bizdeki yönetim anlayışında bu konu başlıkları tartışılmaktadır. Ülkede yargı, adalet kısacası hukuk ve ahlaka olan güven sıfır noktasına yaklaşmışken, ekonomi, eğitim, sağlık, ticaret, üretim, tüketim, tasarruf gibi birçok parametre, bu olumsuz durumdan çokça etkilendiğinden, her durum sonrası yeni marazlar ortaya çıkmaktadır. Şimdi iktidar partisi bu sistemin hangi yönlerini ve nasıl rehabilite edebilecektir? Hukuk ve yargı sistemini tamamen bağımsız ve tarafsız yapmak için HSK’dan adalet bakanı ve bakan yardımcısı çekilecek mi? Başta Anayasa mahkemesi olmak üzere yüksek yargı organlarına, Cumhurbaşkanının atamaları sınırlandırılacak mı? Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, kanunların yerini tutmasına karşı ve bu kararnamelerin, yargı ve yasama denetimine açılmasına ilişkin bir düzenlemeye gidilecek mi? Ekonomik kurum ve kurulların tam bağımsızlığı ve kararları tanınabilecek mi? Meclis eskisi gibi etkili ve yetkili bir konuma yeniden getirilebilecek mi? Yoksa rehabilite dedikleri, bakanlıklarla meclis arasındaki ilişkileri düzenleme mi olacak? Bekleyelim görelim demeyeceğim, çünkü aynılaşmış siyasetten farklı çözümler beklenemez.

Bir cevap yazın