Toplum üzerinde son yıllarda etkin ve egemen olan korku, insanların devletten önce ortaya çıkan düşünceyi açıklama hürriyetini basınç altına almış, insanların herhangi bir konuda fikir beyan etmelerini korkunun psikolojik ve sosyolojik sınırları içinde maniple etmiş, düşünce açıklamama patolojik bulguları demokrasi aygıtının çok sesliliği ve renkliliğini adeta budamıştır. Türkiye‘de spor dalları içinde futbol ayrı bir yer ve öneme sahiptir. Çünkü hem endüstri haline gelmiş, hem de temaşa sporu olarak diğerlerine açık ara fark bindirmiştir.
Futbolun ana karakteri olan üç İstanbul Kulübü’nün sürükleyici, yön verici ve birleştirici gücü; özellikle stadyumlarda kendini göstermiş, toplumsal sorunlara ve ülke gereceklerine dayalı bu konulara kafa yoran, çözüm üreten taraftar gurupları, stadyumlarda zaman zaman bu duyarlılığı gösterir, yanlış giden veya götürülen iş ve işlemler, barışçıl protestolarla anlam kazanır. Bu taraftar guruplarından Beşiktaş ‘ın çekirdeği, kalbi, beyni konumunda ki Çarşı‘yı, Ultra-Aslanı yada 1907 gurubunu depolitize edip, Passo-lig gibi insan haklarına aykırı ve insanları fişlemeye ve ayrıştırmaya yönelik hukuk dışı uygulamalar stadyumların o gür, etkileyici, dayanışmacı ve paylaşımcı gücünü kırmış, sporda şiddet yasasıyla buna zemin ve kılıf hazırlanmıştır. Ülkesinin genç ve çocuklarının stadyumlara getirdiği dinamizmden korkan başka bir ülke var mı bilinmez. Bu ibretlik tutum, insanların hafta sonu birlikte şarkı söyleme, eğlenme ve bazı şeyleri de protesto etme özgürlüklerini sınırlamış, stadyumlardaki bu birlikte eğlenme ve temaşa, birlikte sindirme ve korkutmaya dönüşmüştür. Çağdaş demokrasilerde ülke insanının politize edilmesi, ülke gerçekleri ve sorunları karşısında kafa yorup, çözüm üretmeleri teşvik edilirken, biz de başta üniversite ve lise gençliği olmak üzere, sesi çıkan, eleştiren, fikir beyan eden, taraftar gurupları bile sınırlandırılmış, hoşa gitmeyen her protesto eylemi, terör örgütüyle ilişkilendirilmiştir.
31 Mart seçimlerinden sonra İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığını kazanan birinin, Fenerbahçe- Galatasaray ya da başka bir kulübün maçına gitmesi, cumhur ittifakının küçük ortağını neden rahatsız etmiştir? İnsanların maçlara gitmesi, gençlere omuz vermesi, onlarla birlikte eğlenmesi, stadyumların ortak etkileyici, çözümleyici ve beklenti dillerine eşlik etmesinin demokrasi adına, katılım ve eğlence adına ne tür sakıncası olabilir ki? O halde sorun, kendini toplumdan soyutlayan, siyasetin kucaklayıcı, toparlayıcı, çözüm üretici yüzüne sırtını çeviren siyasetçi, bilimsel, ahlaki ve hukuki zeminden ayrılıp ayrıştırıcı, ötekileştirici ve cepheleştirici dil kullanan siyasilerin, stadyumlara gittiklerinde karşılaşacakları barışçıl protestolara bile cesaret edemeyeceklerdir.
Doğruyu yapmak için önce ahlak ve adaletle çalışan, insanlara doğru zamanda doğru mesajlar veren, birleştirici, uzlaştırıcı, kucaklayıcı dil kullanımı, siyasetçilerin maçlara gitmesini teşvik edecektir. Stadyumlar; doğrunun, gerçeğin, aklın dalga dalga yükseldiği, duygu, fikir ve eylem birliğinin, barışçıl protestoların kaynak yerleridir. Gerçeklerle yüzleşemeyenler, kendi yanlış ve hatalarından dersler çıkaramayanlar, elbette ki bu tür yerlere gitmeye cesaret edemeyeceklerdir. Gençlerden, onların sesinden, fikrinden, zikrinden çekinme yerine, onlarla yüründüğünde ülkenin patikası bile güzelleşecektir. İşte stadyumların dili…