31 Mart yerel seçimleri demokrasi adına anlam kazanacak iken, İstanbul’un seçimlerini zamana yaymak, seçim hilesi üretmek, seçimleri manipüle etmek gibi, hukuka, ahlaka ve sağduyuya yakışmayan girişimler, demokrasiyi silme teşebbüsleri olarak algılanmaktadır. Öteden beri demokrasiyi sandığa indirgeyenler bugün sandık sonuçlarına saygı duymamakta direnmekte, zaten yıpranmış, güvenini yitirmiş yargıya bazı tahakküm retoriği sipariş edilmektedir. Şimdiye kadar ‘Milletin kararı başımızın üstündedir’, söylemi; İstanbul sonuçlarında renk ve kılık değiştirmeye başlamıştır. Hiçbir ideolojik saplantıyı fetiş hale getirmeyen, akıl, mantık ve vicdan sahibi, ‘Bu seçimler adil, ahlaklı, ölçülü ve eşit şekilde yapıldı’ diyemez. Bir taraftan tüm renkleri kirleten taraflı medyanın kampanya çığırtkanlığı, devletin ve iktidarın gücünü kullanan Cumhur İttifakı, diğer taraftan demokratik ve hukukun üstünlüğünün olduğu ülkelerde seçimlerde görevlerinden ayrılan Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıklarının tarafsızlığı sağlamaya yönelik bu değerli tutumları, ülkemizde özellikle Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminde görevlerinden ayrılmadıkları gibi, aksine aktif olarak kampanya yürütmelerine kadar adil ve eşit olmayan durumlara karşı kısıtlı ve eşitsiz imkanlarla kampanya yürüten Millet İttifakı’nın seçim sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun %51.5 nin (40 milyon küsür) yaşadığı yerleri yönetme hakkını kazanması, demokrasinin olgunlaşması adına çok önemli bir yükseliş olarak tarihteki yerini almıştır. Nüfusun 35 milyonunun yaşadığı yerleri yönetme hakkını kazanan Cumhur İttifakının %52 yi yakaladıklarına ait demeçleri hangi matematiksel denklemin bir sonucudur? İttifakın küçük ortağının oy oranını %60 larda açıklaması ise Cebir bilimiyle dalga geçmek anlamındadır. Esasen bu seçimlerden sonra Cumhur İttifakının kendini bir sorgulaması gerekir. Çünkü bir önceki seçimlerde ellerinde olan İstanbul, Adana, Mersin ve Antalya örneklerinde olduğu gibi her iki partinin toplam oylarından çok daha düşük aldıkları görülecektir. Bunlar sadece büyük şehir bazında düşünülmekte olup, diğer şehirlerde de benzer durumlar söz konusudur. Demek ki tavanda ittifak, tabanda konsolidasyonu gerçekleştirememiştir. Bu seçimlerde dikkat çekilen bir diğer sonuç vizyonu da; ittifakın küçük ortağının dillendirdiği, sadece büyük şehirler için seçim yapılması, diğer belediye başkanlarının atamayla gelmesi fikrini, iktidar yanlısı bir gazetenin yazarı daha da ileriye taşıyarak, tıpkı Üniversite rektörleri gibi, belediye başkanlarının da atamayla gelmesini istemesi, bu ve benzer düşüncelerde olan gazeteci, akademisyen, aydın, siyasetçi ve bürokratların demokrasi algısını ortaya koymakta, demokrasiye nereden ve nasıl baktıklarını deşifre etmektedir.
Bütün çağdaş demokrasilerde olduğu gibi, ülkemizde de yerel yönetimlerin demokrasinin okulları olduğu gerçeği bu sefil düşüncenin önüne geçmektedir. Bilinmelidir ki; üniversite rektörleri, seçimle gelme yerine, atamayla göreve gelmelerinden beri, üniversitelerin zavallı ve sefil görünümleri tartışılmakta, bilimsel ve idari özerklik ortadan kalktığından, üniversiteler rektör merkezyetçiliği enformatiğini uygulamaktadırlar. Aynı yol ve yöntemin yerel yönetimlerde denenmesi, Türkiye’yi idari, siyasi, ekonomik açıdan stabil duruma sokacağı gibi, Türkiye algısı dışarıda çok çabuk bir şekilde dumura uğrayacaktır.
O halde askeri darbenin ürünü olan siyasi partiler ve seçim kanunu, çağdaş, demokratik ve hukuk ilkeleri çerçevesinde yeniden ele alınarak, demokrasiyi tabana yaymak, sandık=demokrasi algısından kurtulmak için toplumsal uzlaşı içerisinde Türkiye‘nin yeniden barışması ve kucaklaşması kaçınılmazdır. Bu her şeyden önce günden güne dinamizmini ve işlerliğini kayıp eden ekonominin durumunun düzeltilmesi, palyatif ekonomik paketler açıklama yerine, yapısal dönüşümler sağlama açısından elzemdir. Yoksa gerçekçi, adil ve eşitlikçi bir vergi reformu yapmadan, çalışanın üzerindeki vergi yükünü düşürmeden, geçici tedbirlerle yol bulunur, ufuk görülmez…