CHP Hatay Milletvekili Suzan Şahin, Hatay’daki taş ocaklarının denetlenmesi ve gerek çevreye gerekse tarihi dokuya verdiği zararların en aza indirilmesi yönünde çalışma başlatılması amacıyla TBMM Meclisi’ne Araştırma Önergesi verdi. Taş ve kum ocaklarının binlerce yıllık Hatay’ın tarihi dokusuna zarar verdiğini, özellikle İskenderun – Erzin hattında ciddi bir tahribatın söz konusu olduğunu söyleyen Şahin, taş ocaklarından alınan kayalarla denizin doldurulduğunu ve burada en büyük alıcının da devletin olduğunu belirterek taş ocaklarının farklı bir boyutunu daha gözler önüne serdi.
“İskenderun-Erzin hattın ciddi tahribat söz konusu”
Taş Ocakların açılması ve işletilmesinde doğal bitki örtüsünün de tahrip edildiğini dile getiren Şahin; “Bu şekildeki bitki örtüsü tahribatı daha çok Amanos Dağları’nda gerçekleşmiştir. Özellikle dağın batı yamaçlarında, İskenderun-Erzin hattında ciddi tahribat söz konusudur. Burası genelde kızılçam sahası olup, korunması gereken florasıyla taşocağı işletmeciliğine müsait olmayan bir yapı durumundadır. Önemli bir konuda özellikle İskenderun’da bulunan taş ocaklarının Amanos Dağları’na verdiği zararlardır. Buradaki taş ocaklarının yıllardır faaliyette olması nedeniyle Amanos Dağları deyim yerindeyse küçültülmüş haldedir. İşin daha da acı bir boyutu da buradan alınan kayalarla denizin doldurulması ve iskele yapılarak adeta denizimizin küçültülmesidir. Bu alanda devletin en büyük alıcı olması dürümü daha da acıklı kılmaktadır. Diğer bir husus ise, taşocaklarında yapılan patlatmalara bağlı sarsıntıların verdiği zararlardır. Özellikle galeri patlatmalarında ortaya çıkan ani şok dalgası ve sarsıntı, yakın çevredeki konutların temel direncini azaltmakta, taş sıçraması veya kaya düşmelerine, heyelanlara, tarihi dokunun zarar görmesine ve hatta yok olmasına neden olmaktadır. İskenderun’daki taş ocaklarının şehirle iç içe olması özellikle kentin birçok mahallesini oturulamaz hale getirmiştir. Habib-i Neccar Dağı, yakın çevresi ve Kırıkhan’daki taşocakları antik döneme ait tarihi dokuyu ciddi anlamda tehdit etmektedir. Bu olumsuz etkilerin en iyi görüneni de faaliyetler sonucunda arazide oluşan topoğrafik değişimdir. Yani faaliyet sonrası ortaya çıkan yığma tepeler ve malzeme alımı sonrası oluşan derin ve geniş çukurluklardır” dedi.
Tarihi doku da risk altında
Taş ve kum ocaklarının binlerce yıllık tarihi dokuya nasıl zarar verdiğine değinen Suzan Şahin, “Ocakların denetimsiz faaliyetleri sonucu jeolojik yapı değişmiş ve doğal denge bozulmuş, normal akan dereler, çaylar zaman içinde sellere neden olmuş, aşırı yağışlar sonrası Antakya’da yaşam zorlaşmış ve zaman zaman da batısında bulunan St.Pierre Kilisesi üzerinden kayalar düşmüştür. Hacı Kürüş Deresi kenarındaki Roma İmparatorluğu dönemi öncesi kalıntılar, taş ocağındaki patlamalar sonucu oluşan toprak kayması ile toprak altında kalmıştır. Aynı bölgede, Roma İmparatorluğu döneminde Antakya’nın 5 kapısından günümüze kalan tek kapısı Demir Kapı ya da diğer adıyla Bab-ı Hadid taş ocağına yakın bir mesafede olup risk altındadır” dedi.
“Taş ve kum ocakları inşaatlar ve yollar için gereklidir”
Tarihi sit alanı ve bu alana yakın yerlerde yeni taş ve kum ocaklarının açılmasına izin verilmemesi ve var olanların da kapatılması gerektiğini söyleyen Suzan Şahin, “Taş ve kum ocakları inşaatlar ve yollar için gereklidir. Ancak Hatay’daki taş ve kum ocakları işletmeciliğinde öncelik; litolojik çeşitlilik, eğim, bitki örtüsü, tarım alanları, yerleşme, nüfus, ekonomik gelişmişlik düzeyi gibi gerekçeler göz önünde bulundurularak uygun alanlara verilmelidir. Bundan sonra açılacak her taş ve kum ocağı için gerçekçi bir ÇED raporunun hazırlanması ve buna göre işletmeye izin verilmesi zorunlu hale getirilmelidir. ÇED Raporlarında verilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmediği de sık sık denetlenmeli ve gereken yaptırımlar mutlaka uygulanmalıdır. Yıkılan inşaatların molozları değerlendirilmeli, ağır beton yapılar yerine çelik yapılar da tercih edilmelidir. Hatay’da İskenderun, Erzin, Altınözü, Yayladağı (Yukarıokçular-Bozlu), Kırıkhan gibi ilçelerimizde zeytinciliğimizi, tarımımızı bulundukları bölgelerde tarihi eserlere yakınlıkları dolayısıyla tarihi eserlerimizi, su kaynaklarımızı bu ocaklar olumsuz yönde etkilediğinden her işletmenin tozlanmayı en aza indirecek tedbirleri alması zorunlu hale getirilmeli ve bu durum sık sık denetlenmelidir. Terk edilen taş ve kum ocaklarında, tesviye çalışmalarından sonra doğal peyzaja uygun düzenlemenin yapılıp yapılmadığı mutlaka denetlenmelidir. Tarihi sit alanı ve bu alana yakın yerlerde yeni taş ve kum ocaklarının açılmasına izin verilmeyerek var olanlar da kapatılmalıdır. Taş ve kum ocaklarının faaliyetlerinde yapılan patlamalarda mutlaka yeraltı su durumu göz önünde bulundurularak, patlatma ve malzeme alımı derinliği buna göre belirlenmelidir” diye açıklamada bulundu.