Dijital dünya

Tarihin sonsuz yolculuğunda kavşak noktaları vardır; insanı geliştiren, dönüştüren ve gelecek yönelimli bir kimlik sahibi yapan. Kuşkusuz bu kavşak noktalarında felsefeyle siyasetin, demokrasiyle anti demokratik yönetimlerin, baskıyla özgürlüğün, sefaletle varlığın, bilimle gelenekselliğin, akılla metafiziğin ve gerçekle sanallığın zenginleştirici ve çelişkili yol buluşlarında insan mantığı sağlam bileşenlere oturur.

Akıllı insan; aklını ve mantığını kullanarak paradigma yaratır ve örgütler. Kültürel zenginliğini, kişisel gelişimi için kullanır. Her birey bu bağlamda akıllı bireydir ve toplumu ve olayları sorguladığından aynı zamanda önde olan bireydir. Rasyonel insan tanımına uyan bu birey, vicdani ve ahlaki sorumluluğunu severek yerine getirir. Düşünen ve sorgulayan insan; toplum, çevre veya yönetim tarafından kendisine biçilen sınırları zorlar, eleştirir ve sürekli bir gelişim gösterir. Hegel‘in dediği gibi “Dünyayı akıl yönetir” Ancak bize sunulan, algımızda seçicilik yaratan, yönetim sorgulamasında dijital bir dünyaya hapsedildiğimizi görürüz. Bu sanal dünya insanı kendi dünyasından ve gerçekliğinden alınıp, sanal küçücük ve anlık mutlu bir dünyaya götürülmekte, popüler kültürün tüketimine kurban edilmektedir. Bugünkü dünyada bizim gibi henüz ekonomik kalkış aşamasına gelmemiş toplumlarda, çok yoğun ve sorgulanması gereken bir teknoloji bağımlılığı ve tüketimi söz konusudur. Yediden yetmişe herkesin elinde bulunan cep telefonu, tablet ya da bilgisayarlarla birlikte televizyon ekranları, bizleri kendi öz kültürümüzden ve benliğimizden söküp almakta ve tutsak birer birey olarak, bu ahlaksız sanal dünyanın etkisiz elemanı yapmaktadır. İşte tam bu nokta da, akıllı insan tanımı anlam kaybına uğramakta, akıl; akılsızca işleri yapmakta bir araç haline gelmektedir. Umutlar, hayaller, gelecekler bu ekranlarda hayasızca pazarlanmakta, gerçekliğimiz sanallaşmaktadır. Teknolojik aygıtlar bir ihtiyaç malzemesi olmaktan çıkıp, kişilik sorunu haline gelmektedir. Gençlerin, çocukların ve yetişkinlerin, gündelik yaşamının büyük bir dilimi bu sanal dünyanın geçici ipnozuyla doldurulmaktadır. İşin daha ilginci ise, kültür emperyalizmini egemen hale getiren bu teknolojik aygıtları, sağlam tüketim pazarı olarak ülkemizi gören kapitalist efendiler bu dayatılan yaşam tarzını da modern yaşam diye lanse etmektedirler.

Bu büyülü modern yaşam algısı, bireyin kendi geleceğini hoyratça tüketme alışkanlığına sürüklediği gibi, rasyonel aklın sorgulayıcı çipini de askıya almaktadır. İşte edilgen toplumlar böyle oluşmakta ve tüketim yolunun önü açılmaktadır. Sanal gerçeklikle özgün gerçekliğimizi dışarı bıraktığımızda, asıl önemli olanın dışarı bıraktığımızdan çok çabuk vazgeçmemizdir. Oysa sanal dünyanın, gerçekliği, dağıttığı mutluluk uzun sürede bir karşılık bulamayacaktır. Çünkü tez üretilen ve çabuk tüketilen imgelerdir. Gerçek dünyada ise imgelerin yerini akıl ve mantık almaktadır. Sanal alemde sunulan yığınlarca gerçeklikten acaba hangileri sahicidir?

Eğer modern yaşam; telefonların, tabletlerin, bilgisayarların ve televizyonların ekranları arkasına gizlenmiş çipler, kablolar, elektrik devreleri, lehim noktaları ve benzerlerinden oluşuyorsa, bizlere düşen gerçek yaşamın rasyonel insan aklıyla bu modern dünya arkasına gizlenmiş olanı bulup ortaya çıkarmaktır.

Yani, kapitalizmin bilinçlere hitap eden popüler kültür kapsamındaki teknolojik aygıtlarına ve sanal dünyanın gizli çekiciliğine karşı; varlığını ve benliğini kadim kültürümüzden alan, akıllıca üreten, sorgulayan ve değişerek gelişen, öz kütle ve saygısının dayanılmaz ağırlığını kullanmak gerekecektir. Bunun için hukuk, siyaset ve ahlak felsefesini kendi kimliğimiz içinde mutlaka temellendirmeyi başarmalıyız. Böyle olduğu zaman, dijital dünyanın çelişkili, karmaşık ve çekici yapısından uzak durup, gerçek dünyayı akıl ve gönül gözüyle yorumlayabiliriz.

 

Bir cevap yazın