Gerçeğin rengi

Toplum sorunlarını rasyonel bir şekilde çözme sanatı olan siyaset; söylenilen ile düşünülen arasındaki bağının günümüze dek inceldiğini, kirlendiğini ve çürüdüğünü uygulamalarda bariz bir şekilde görmekteyiz. Oysa çağdaş siyaset; düşünüleni, ilerisini enine boyuna hesap etmeden, söyleme dönüştürmeden ziyade, bir düşünüş yöntemi olarak kabul görmüştür. Düşünce yöntemi olarak siyaset algoritması, yaratıcı, eleştirel, diyalektik ve analitik düşünce biçimlerinin çatısını oluşturur.

Öznel düşüncenin odakta yoğunlaşması, yönlendirilmiş nesnel düşüncenin kendini sorgulamasına neden olur. Öznel düşüncenin bu şekilde irtifa kazanması, siyaset bileşenlerini zamanla rahatsız edeceğinden, özellikle bizim gibi ülkelerde, öznel düşüncenin dal budak salıp, hacim kaplamasına siyaset cenahının pekte hoşgörülü davranacağına inanmak saflık olur. Ülkede siyaset şablonunun oluşturduğu Panoramada iktidar; yoğunlaşan eleştiri ve söylemler karşısında, düşündüğünü söyleyen, ancak söylediklerini hayata geçirmeyen tutum ve davranışlarını, bir takım dönek ve çıkarcı grupların desteği doğrultusunda, düşünülenleri ambalajlayarak, toplumun beğenisine sunma çabası, gündem belirlemede etkin rol oynamaktadır.

Çok yakın zamanda açıklanan İnsan Hakları Eylem Planını, öylesine gözden geçirdiğinizde, birilerinin dediği gibi” bunların devrim niteliğinde olduğu, başımızın yıldızlara değeceği” lakırtısı; gündelik yaşamda oluşan gündem ile, olan arasındaki olabilirlik dengesini yakalamaktan hayli uzaktır. Eylem Planının omurgasını oluşturan ve toplam on bir maddede özetlenen ilkelerden hemen hemen hepsi, zaten anayasada belirtilmiş olan, kişi hakları ve ödevleri, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerle, siyasi haklar ve ödevler başlıklarında, hem de açıklanan bu on bir ilkeden daha detaylı şekilde belirtilmiştir. O halde sorun anayasada güvence altına alınan bu temel hak ve özgürlüklerin siyasi iktidar tarafından uygulanmaması veya eksik uygulanmasıdır. Eğer ülkede yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını yok edecek ölçüde adımlar atıp, yargıyı siyasetin bir enstrümanı haline getirmişseniz, hukuku siyasallaştırıp, kanun seviyesine indirgemişseniz, o ülkede elbette ki adalet arayışları ve talepleri etkinlik kazanacaktır.

Eylem planının bir yerinde özgür birey, güçlü toplum vurgusu yer alırken, bu ülkede farklı düşünen, öznel düşüncenin alanını genişletmeye çalışan, haklı talep ve istekleri örgütlü bir şekilde dile getiren, eleştiri hakkını kullanan ve iktidar cenahı gibi düşünüp, algılamayan, birey ve sivil toplum kuruluşlarına karşı takınılan öfke ve nefret dolu, tutum ve davranışlar, bu planın neresine oturtulacaktır? Üstelik özgürlükle gücün aynı cümlede telaffuz edilmesi ne yaman bir çelişkidir. ‘Özgür birey, güçlü toplum değil, özgür birey mutlu toplum’ doğrulaması öne çıkarılmalıdır. Eylem planının başka bir yerinde zikredilen, “Hangi dine mensup olursa olsun, kamu ve özel sektör çalışanları ile öğrencilerin kendi dini bayramlarında izinli sayılmaları sağlanacak” denmektedir. Peki o halde yıllardır bu topraklarda İslam anlayışına göre biçimlenen zorunlu din derslerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen devam ettirilmesi, Cemevlerinin ibadethane statüsüne dönüştürülmemesi ne anlama gelmektedir?

Bir başka paragrafta sözü edilen “İmar Planı, izleme, değerlendirme ve denetleme sistemi oluşturulacaktır” cümlesi ise tam anlamıyla kara mizah niteliğindedir. Şimdiye kadar Kentleri, doğayı, çevreyi, rantsal paylaşım denkleminde, kalanı sıfır şeklinde formüle edenler, bunun samimiyet derecesinin sorgulanmayacağını mı düşünmektedirler?

Şiir gibi açıklanan eylem planı, maddeler halinde sıralanırken, bunlar nasıl yapılacak? Konusunda ise soru işaretleri ard arda sıralanmaktadır. Sonuç itibarıyla özellikle yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı konularında inandırıcı ve etkileyici açıklamalar olmadığından ve yargı bağımsızlığı sağlanamadığından, her şeyin güvencesi yargı olduğundan, sonuç gri tonlarda kayıp olmaktadır. Eee gerçeğin rengi de gri değil midir?

Bir cevap yazın