Türkiye ekonomisi uzun bir süredir yapısal reformlara ihtiyaç duymaktadır. Beton ve inşaat ekonomisinin yarattığı, dayattığı ve yıprattığı temel ekonomik göstergeler, döviz kurlarındaki dalgalanmalar nedeniyle kriz göstergelerini yaşamaya başlamıştır. Yaz sonu, Sonbahar başlarında Dolar ve Avro’nun önlenemez yükselişi, sonradan Doların 5.30, Avro‘nun ise 6.10 seviyelerinde şimdilik bir yer edinmesi ekonominin ihtiyaç duyduğu oksijen pompalanmasına neden olmaktadır. Enflasyonun özellikle gıda maddelerindeki kontrolsüz yükselişi, vatandaşın enflasyonunun devletin resmi açıklamasından daha doğru ve gerçekçi olması seçim sonrası nelerin erken doğuma neden olacağını kestirememe hissini uyandırmaktadır.
Yaşamın her alanında insanların gereksinimlerinin toplam tutarı olan talebi, karşılayamadığınız ölçüde, enflasyonla günübirlik mücadele etme fikri, siyasi zeminde çok karşılık bulamayacaktır. Enerji harcamalarına yapılan ölçüsüz zamlardan sonra enflasyonu devletin imkanlarını kullanarak, enflasyon sepetinin elemanlarını değiştirerek, istatistikleri baskılayarak düşük göstermek, kısa vadeli ve aldatıcı olacaktır. Türkiye’nin üretken yatırımlara yönelmesi, can çekişen tarımın yeni baştan reforme edilmesi, çiftçinin ve köylünün nakdi ve ayni yardımlarla desteklenmesi, tarımsal ürün çeşidi ve deseninin kısa, orta ve uzun vadede planlanması, Montaj sanayinden üretken sanayi alanlarına doğru atılım yapılması, hizmet ve finans sektörünün yeniden yapılanması ve organizasyonu ve bunların tamamının toplumsal bir uzlaşı ile yapılması artık kaçınılmazdır. Devletin çiftçi ve köylünün üretimde karşılaştığı ve sırtına yüklenen ağır sorunları çözmesi, girdi maliyetlerini aşağıya çekmesi, hak edişlerini zamana yaymadan gününde ödenmesi, tarımın gerçekten nefes almasına yardımcı olacaktır. Devletin serbest piyasa ekonomisi koşullarını denetleyip, günün şartlarına uydurması gerekirken tanzim satışlarla mini marketçiliğe soyunması palyatif çözümden ötesi değildir.
Vergi sisteminin adaletsizliği, çarpıklığı ekonominin kanayan yaralarından biridir. Gelir vergisi yükünün çalışanın omuzlarına yıkılması, çok kazanandan az, az kazanandan çok vergi alınması, sosyal adalet ve gelir dağılımı adaletini iğdiş etmekte rant ekonomisine yönelik hamleler ve bir avuç elit ve zengin için yapılan düzenlemeler gelir dağılımı uçurumunu derinleştirmektedir. Seçim döneminde müjde diye sunulan vaatler, ekonominin dengesini bozmakta ve bunlar seçim sonrası vatandaşa yansıyacaktır. Tüketimi teşvik edici uygulamalar,ülke geleceğinin peşinen tüketilmesi psikozunu yaratacaktır. Fiyatı yükselen ve piyasada temini zorlaşan ürün ve mallar için ithalat silahını çekmek, tarımı kalbinden vurma anlamına gelecektir. Ekonomi kendi iç dinamikleri ve yasaları olan bir bilimdir. Diğer bilim dalları ve disiplinleriyle de yakından bağlantılıdır. Ekonomide bağımlı ve bağımsız değişkenlerin, birbirleriyle olan ilişki ve bağlantıları, kendi yasaları içinde yürütülmelidir. Bunlara dışarıdan plansız ve ölçüsüz bir müdahale, tüm ekonomik yaşam üzerinde çarpan etkisi yaratacaktır. Adaletsiz ve etik dışı ekonomik önlemler, teşvikler, seçim vaatleri, kartonpiyer bir ekonomi yaratacaktır. Sonuç olarak; gerçekçi, kalıcı, atılımcı, sürdürülebilir bir paradigmanın önünde engel teşkil edecektir. Soluk almakta güçlük çeken ekonomimiz bir seçim kampanyasına daha kurban edilmemelidir. Öyle ki; ekonomi üzerindeki o hassas ten, seçim propaganda ve kampanyalarında kullanılan ayrıştırıcı, ötekileştirici üslupsuz dil ve söylemlerden, etkilenmekte, ten de oluşan her tahriş, vatandaşın cebinde hissedilmektedir. Ekonomik güven endeksinin yeniden aynı seviyeye çıkmasının temel nedenleri, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen çoğulcu bir demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, ahlak ve adalete yabancı olmayan görsel ve yazılı medya, yapıcı, uzlaştırıcı ve kucaklayıcı bir siyaset dili… Ülkede hasret kaldığımız geçerli ve herkesçe kabul gören değerler ıskalası nın yeniden ortaya konması…