Türkiye, 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan genel seçimlerde parlamenter-demokrasi yerine, partili Cumhurbaşkanlığı sistemini evetleyerek, yeni bir yönetim anlayışına girdi. Yani artık anayasa hukuku açısından yasama, yürütme ve yargı erkleri güçler ayrımı ilkesine göre değil de, güçler birliği hatta yasama ve yargı adeta yürütmenin türevi konumunda biçimlendi. Her ne kadar 2016 anayasa referandumunda tarafsız ve bağımsız yargı vurgusu yapılsa da, uygulamalarda bunun tersi örneklerine sıkça rastlanır olundu.
Adil, eşitlikçi ve ayrım gözetmeden icra edilecek bir yönetim sisteminin temel argümanı, gerçekten bağımsız ve tarafsız yargıdır. Yargının bağımsız olmadığı hiçbir yönetim sisteminin adil ve güven sağlayıcı olduğu söylenemez. Dünya ölçeğinde partili cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminin herhangi bir benzer örneği var mıdır bilinmez, ancak anayasa hukukçuları ile o arada böyle bir anayasa değişikliği yapanlar arasında Türkiye ve siyasetin doğruları üzerinde bir konsensüs olduğu sanılmasın.
İster anayasa hukuku, isterse yönetim hukuku açısından yeni sistemi irdelediğimizde, hiçbir zaman hukuk, adalet, eşitlik ve ahlak adına, siyasi-yönetim, yönetim-sosyolojisi, yönetim-psikolojisi, yönetim etiği adına dünya üzerinde yerleşmiş ve kabul görmüş siyasi ve yönetimsel doğrulara ulaşamayacağımız kuşkusuna kapılırız. Çünkü denge ve frenleme sistemiyle denetim sistemi eksik kalacaktır. Bu da ileride sorunlar yaratacaktır. Daha bu yönetime geçilmeden yıllar önce yapılan her seçimin, adil, eşit ve ölçülü yapıldığını kim söyleyebilir ki? Seçim kampanyaları süresince kullanılan propaganda araçlarını, iktidar ve muhalefet açısından değerlendirdiğimizde, adalet, hakkaniyet ve ahlak bağlamında nasıl eşitsizliklerin, haksızlıkların, hukuksuzlukların yaşandığını görürsünüz. Seçim kampanyalarının temel propaganda aracı medya, Türkiye’de bağımsız, tarafsız ve korkusuz olmadığından ve üstelik aynı kaynaktan yönetilip yönlendirildiğinden, bununla birlikte büyük medya patronlarının iktidarla ekonomik ilişkiler içinde olmaları, haksız ve hukuksuz rekabeti getirmiş, bu durumda muhalefet medyadan hemen hemen hiç yararlanamamıştır. Bu seçimde diğer seçimler gibi gerçekten kampanya süreci, kullanılan propaganda araçları, ekonomik maliyetler ve benzeri seçim enstrümanları bağlamında adaletsiz ve eşitsiz olmuştur. Bunun yanında iktidarın sürekli olarak seçmenin duygularına hitap etmesi bir duygu sinerjisi yaratarak, seçmen tutum ve davranışını, duygu yoğunluğu üzerinde yapılandırması, onlara kuşkusuz bir üstünlük yaratmış, muhalefetin meydan kalabalıklarının, gerçekten bir kuru kalabalıktan öteye geçmemesine neden olmuştur. Uzun bir süreden beri seçmen duygularına hitap eden iktidar, seçmenin duygularını oya yansıtmasına neden olarak, büyük bir oy konsolidasyonu gerçekleştirmiştir. Muhalefet ise, seçmen davranışı ve tutumu üzerinde, etkin ve kalıcı bir değişiklik yaratma argümanlarını ve doğrularını bulup kullanamamış, bunu kalabalıklarla dolu alanların oy olarak kendilerine döneceği yanlışına yenik düşmüştür. Kalabalıklar karşısında tekrar ve birbirine benzeyen cümlelerle, meydan okuma hamleleri, karşı hamlelerle mat edilmiş, iktidar seçim satrancında vezir ve şahını çok doğru zaman ve ortamda kullanarak, muhalefeti bir kez daha mat etmeyi başarmıştır. Seçim sonuçlarını değerlendiren muhalefetin her açıklaması, siyasi terminolojide alay konusu olacak ifadelere dönüşmüş ve hangi siyasi doğruların, doğurduğu bir başarıdan söz etmeleri, onları yenilginin dayanılmaz hafifliğinde üflemiştir. Yönetim sisteminin değişeceği bir seçim kampanyasında, muhalefetin performansı, tutumu, çalışması, projeleri ve üretimi popülist kültürün anlık verileri olarak kayda geçmiştir. Unutulmamalıdır ki; seçimlerin sonucunu belirleyen kalplerdir, akıl ve düşünceler değil…