Siyaset Felsefesi ve Siyaset Sosyolojisi bakımından siyasetin doğrularla yapılması gerektiği konusunda yaman çelişkilere rastlamak mümkündür.
Siyaset Felsefesi; Politik Rejimlerin meşruluk ilkesini ortaya koyma bakımından incelerken, Siyaset Sosyolojisi; Bir olgu incelemesini ön plana alıp, hukuktan bağımsız bazı normların siyaset işleyişinde daha etkili olduğu konusunda tarafgir bir tutum sergilemektedir. Siyaset Felsefesi bir meşruluğu ortaya koyması açısından, aslında tutarlı normların legalitesini sorgulaması bakımından, bir çağrının başlangıcı da kabul edilebilir. Çağdaş siyaset anlayışı buradan bakınca hukuk ve felsefeden beslenmeli, sosyolojinin olgu incelemesini, meşru ve rasyonel filtreden geçirerek, insanı mutlu edebilecek bulguları, yaşama geçirerek kullanmaktadır. İşte böyle olursa aslında siyaset bir bilim ve sanat olma kimliğine girecek, siyaset ve iktidar bağlantısı düzleminde ‘Kim?, Ne Zaman?, Nasıl? Ve Ne elde edecek?’ sorularını, bilimsel akıl süzgecinden geçirerek yeni baştan değerlendirebilecektir. İnsan mutluluğunu esas alan siyaset bilimi uygulamada çelişkiler üretmiş, felsefesiz ve hukuksuz siyaset; dünya ölçeğinde coğrafi konum ve düzeylere göre, iktidarlar tarafından başka sosyolojik olgularla genişletilerek uygulanmaya başlanmış, sonuçta iktidara gelme, iktidarını koruma dürtüsünün gayri-nizami aracı haline gelmiştir.
Temel hak ve özgürlükleri kurgulayan bir siyaset dizaynı, çağdaş ve modern anlayışın, mutluluk hedefli göstergesi olurken, özgür doğan insanların, farklı coğrafyalarda bedeninin veya düşüncesinin zincire vurulması, hukuk ve felsefeden yoksun sosyolojik bir olgu değil midir? Bilimsel, akılcı, felsefi ve ahlaki siyaset anlayışının, demokrasi ile yönetilen ülkelerde terk edilmesi ise mutlak Güç’e doğru bir evrilmenin habercisi olarak kayıtlara geçmektedir.
Siyaset mecrasında, başkanlık, yarı başkanlık veya parlamenter sistem olsun bu yapılarda asıl unsur, temel hak ve özgürlükler üzerinden yürüyorsa mutlak iktidar sınırlaması söz konusudur. Yani anayasal devlet mekanizması imtiyazlı seçkinci grupların ortaya çıkmasına izin vermemektedir. Coğrafya kader yanılsaması bağlamında, Ortadoğu statik ve skolastik düşüncesinin yoğun etkisini yaşayan ülkemiz, siyaset sosyolojisi ve terminolojisinde benzerine rastlanmayacak Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçince Kamu Yönetimi anlayışı yerini yeni kamu işletmeciliği uygulamasına terk etmiş, vatandaş kavramı henüz tam olarak ortaya konmasa da müşteri kavramına dönüşmüştür. Ülkenin büyük bir şirket gibi tek elden yönetilmesi, beraberinde siyaset sosyolojisi alanına kaynak teşkil edecek pek çok alanda patolojiler üretmiş, hukuk ve felsefeden yalıtılmış siyaset; hukuk ve yargıya olan güveni oldukça azaltmış, seçkinci muhafazakarlar siyaseti yeniden dizayn etmişlerdir.
Bu tanıdık ve bilinen unsurlar 1814-1876 yıllarında yaşamış Mikhail BAKUNİN’in görüş ve düşünceleriyle nasıl örtüştüğünü açıkça görebiliriz. BAKUNİN” Seçkinciler devlet kurumlarını yönetme eğilimindedirler. Bu yüzden devlet kurumları yozlaşır. BAKUNİN aslında yoksulluğun bir kader olarak, böyle bir iktidar anlayışında kabul görmesini, dinin etkisine girildiğini, gösterdiğini ima eder ve bu yüzden Güç yozlaştırır der” (Siyaset kitabı, Alfa yayınları. S.184-185)
MONTESQUİEU buna paralel olarak bozulma fikrini dile getirir. Ona göre Kamuoyunun bozulması, partizan zihniyete yol açmış olur.(Demokrasi ve Totalitarizm. Kadim yayınları. S.138) Olay ve olgulara tarafsız bir sosyolog gözüyle bakıldığında, aslında bu gün ülkenin önde gelen sorunlarında biri de hak ve adalet arayışlarıdır. İşte siyaset, ülke, toplum ve uygulamalar.