Kronik Hizipleşme Sanatı

İnsanları yönetme sanatı olan siyaset; günümüz Türkiye’sinde bilimsellikten, akılcılıktan, ahlak ve hukuktan uzaklaşarak bağlamını kayıp etmeye başlamıştır. İnsanı, devleti ve ülkeyi yönetmek başlı başına emek isteyen bir uğraşıdır. Birikim ister, bilgi ister, örnek ve tutarlı davranışlar sergilemeyi gerektirir. İlke vazgeçilmez unsurdur. Bu aynı zamanda doğru siyaset yapmanın retoriğidir. Oysa Türkiye profilindeki iktidar siyaset anlayışı, doğru alanlardan saptırılmış, ayrıştırıcı ve cepheleştirici bir hal almıştır. Eylem ve fikir adamı olma yerine siyasetçi; oportünist yaklaşımla günü kurtarma, bir sonraki seçimi nasıl alırımın telaşı ve hesabı içinde davranan yapı bozumsal adalet anlayışında kısa vadeli politikaları uygulayan kişiler olarak profilde yer almışlardır. Ülkenin yoğun ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunlarını, toplumsal uzlaşı kültürü içinde, kucaklayıcı ve çözümleyici algoritmalarla çözme yerine, millet ittifakının eleştiri ve önerilerini, suçlayıcı bir algı içinde değerlendirip, ret etmek, iktidar kanadının Cumhur ittifakı olarak, kullandığı irrasyonel enstrümanlardır. Zemin kayıp eden, güvensizleştiren, etik ilkelerden uzaklaşan siyaset yeni marazlar doğurmaya gebedir. Bunun son örneklerinden biri de mevcut iktidarın cumhurbaşkanı adayına karşı, ana muhalefetin adayı olarak yarışan kişinin, bu günlerde yeni bir parti kuracağı söylemlerinin, iktidar ortakları tarafından ballı söylemlerle değerlendirilmesi ve besleme ve havuz medyası tarafından pohpohlanarak gündemin ilk sıralarına oturmasıdır.

Yandaş kanalların kıdemli tartışmacıları kamuoyu sözcüleri rolüne girerek, bilinen hizipleşmenin bir bölenine methiyeler dizerken, bizimkinin seccadesiyle Ayasofya’dan resimler paylaşması bir puzzle oyununun kurgusu taşıma şüphesi uyandırmıştır. Bu yeni particinin, parti kurma söylem ve iddialarının özellikle iktidar ve medyası tarafından teşvik edici bir halde değerlendirilmesi, yıllar önce Ecevit’in DSP’sinden istifa edip, yeni parti kurmadan önce rahmetli İsmail CEM‘in soldaki arayış adlı kitabının 229-230. Sayfalarında kaleme aldıklarına bir göz atalım; ‘Bugün hemen hiçbir solda olmayan bazı kamuoyu sözcülerinin Türk soluna sürekli şekilde, uysallaşmasını, merkezileşmesini, sol değerlerinden uzaklaşmasını ve bütün bunları sözde bir modernleşme adına yapmasını öneriyor. Tüm etkili güçlerin solu, sağa benzetmek için ağız birliği yaptığı bir zaman kesitindeyiz. Egemen güçlerin senaryosunda Türk solunun, merkezin hemen yanı başındaki bir kompartmana özü ve amacı belirsiz bir bütün halinde yerleştirilmesi var. Solu sağa benzetme çabasının yankı bulabildiği dikkate alınırsa, merkeze yaklaşmak, merkezde ki isimlerle partide vitrin düzenlemek, gibi bir görüntü yaratabilmişse, fevkalade ihtiyatlı davranmanın gereğine inananlardanım. Çünkü ciddi tahlile dayanmaksızın atılacak her adımın, hesabı yapılmaksızın geliştirilen toptancı ve aceleci yaklaşımın bedeli çok ağır olabilir. Böyle bir yaklaşımın Türk solunu zayıflatmasından, solu merkeze çekmesinden, solu sağlaşmak ve sığlaşmak tehlikesine düşürebilmesinden, solu geçmişin seçkinci ve halktan kopuk anlayışlarına döndürmesinden kaygı duymaktayım.”

İşte böylesine içten duygularla kaleme alınan düşünce dizini, kaleme alan tarafından terk edilmiş; DSP’den ayrılanların kurdukları parti, merkeze tutsak edilmiş, ilk seçimlerde dersini alarak, tarihin partiler mezarlığına kaldırılmıştır.

Parti kurma düşüncesini attığı Twittlerle destekleyen birinin; yakın tarihte DSP‘den ayrılanları, o dönemin konjonktürünü, sonraki seçimleri, kullandıkları dil ve sloganları iyi etüt etmesini ve hizip sanatının sonuçlarını anlamasını bekleriz.

Türkiye’nin o arada iktidar ve muhalefetin durumunu iyi görmeyen birinin, dostlar arasındaki ayrıştırıcı düşüncesinin esiri olup, yandaş medyanın yanıltıcı ve propagandist değerlendirmeleriyle, “Kim tutar seni!” repliğinin simgesel kahramanı olma, güdümlü siyasetin puzzle oyununun tamamlanması tuzağına gelecektir. İnsan kendi siyasi kimliğinin matematik ve felsefesini iyi ayarlamalıdır. Yoksa ne rahmetli İsmail CEM, Hüsamettin ÖZKAN, ne de Ertuğrul GÜNAY; ölüm dışında yüklü kamburlarla yaşamak… Bizden söylemesi Ayasofya’daki seccadeli resimlerde kurtarmaz.

Bir cevap yazın