Covid-19 salgını nedeniyle okullara verilen arada, eğitim-Bilişim altyapısı ve ağı sağlam olan Milli Eğitim Bakanlığı; uzaktan eğitim paradigmasına geçmiş, daha ilk günden bakanlıkta yapılanan bir grup tarikat veya cemaatlere bağlı vakıfların etkili gölgesi hissedilmiştir. Ta öteden beri bakanlık bünyesinde kendilerine alan bulan bu yapılar; Bilimsel ve rasyonel eğitim uygulamalarını hep engelleme yada itibarsızlaştırma eğiliminde bulunmuşlardır. Bakanlıkta siyaset üstü milli eğitim politikaları, tasarımı, planlanması ve programlanmasında hep bu itici yapılanmaların gayri ahlaki atılımları etkili olmuş, Eğitim Vizyonu Belgesine yönetici yetiştirme, atama ve uygulamaları ile ilgili süreçlerle liselere giriş sınavları ve yüksek öğretime geçiş sınavlarıyla ilgili aklı başında çözüm önerileri ve algoritmaları ortaya konmamış, sözleşmeli öğretmenlik uygulamalarına, hukuksuz ve çağdışı olmasına rağmen devam kararı verilmiştir.
Uzun bir süreden beri ülkede egemen olan eğitim politikası; ölçülmesi daha kolay olan ve istatistiklere yansıyan Nicelik üzerinden yürütülmüş, Nitelik sorunu bir türlü öncüllenememiştir. Bu durum eğitim sistemimizde başarısızlık ve niteliksizlik semptomlarının görülmesine neden olurken, uluslararası Pisa ve benzeri sınavlarda eğitim sistemimizin adeta emarı çekilmiştir. Oysa dünya ile rekabet edebilmemiz için okullardaki her beyne ihtiyacımızın olduğu fikri ötelenmiş, her öğretmene dayatılan ve merkezde tasarlanıp planlanan müfredat; başarı, anlama, yorumlama, yani analitik, eleştirel, yaratıcı ve diyalektik düşünme bağlamından koparılmış, zaman temelinde örülmüştür. Zamana karşı müfredatı yetiştirme baskı ve psikozunu yaşayan öğretmenler sınıfta geleneksel ders işleme yöntem ve tekniklerini aşamamış, müfredatı yetiştirmeyi önemli bir görev olarak algılamıştır. Bu nedenle sınıf içi dinamizminde tam öğrenme hiçbir şekilde gerçekleşmemiş, öğrencinin öğrenme ağı, adeta kalbura benzemiştir. İşte bu yüzden öğrenci, özel ders, dershane ve etüt merkezlerine ihtiyaç duymuş, elekteki delikleri kapatmak için beyhude bir yarış içine girmiştir. Hâlbuki öğrenmenin algoritmasında sarmal yapı ve üst üste dizilmiş kavramlar söz konusudur. Bir kavram veya konu tam öğrenilmeden takip eden kavram ve konu arasındaki illiyet bağını kazanım haline getiremeyen öğrenci, üst düzey beceride kazanamaz. İşte ülkemizde olan da tam bu şekildedir. Çünkü var olan bir bütünü, üniteler onu da konulara ayırarak zaman bazlı yoğun bir müfredatla rekabetçi bir dünya düzeninde kendinize alan bulamazsınız. Kurgulanan ve uygulanan eğitim paradigması, aslında pragmatik felsefenin izlerini taşımakta, elit ve seçkinci bir tavırda içermektedir.
Proje, vaka, bilişim teknolojisi, problem çözme, beyin fırtınası, akranından öğrenme temelli gibi pro-aktif öğretim programları tasarımı da çağdaş ve pratik bir uygulamaya konamamıştır. Bu nedenle öğrencinin merak duygusu köreltilmiş, beceri, yetenek ve ilgiyi ortaya çıkaracak eğitim modeli ve müfredatı hayata geçirilmemiştir.
Öğrenci seçme ve yerleştirme sınavlarının ölçebilirliği, güvenilirliği, geçerliliği, öğrencinin ilgi, beceri ve yeteneği dışında ve ezbere yönelik olduğundan tartışılması süreklilik kazanmıştır.
Eğitimin bu genel perspektifiyle ilgili olarak okul ve sınıflarda nitelik sorunu aşılamazken, bu modeli uzaktan eğitim olarak sunmak, sadece zaman temelli müfredat bağımlılığının bir dışa vurumudur.
Oysa uzaktan eğitim mevcut müfredatın ruhundan koparılmadan, daha merak uyandırıcı, yalın, eğitici, eğlendirici ve öğretici olmalıdır. Her şeye rağmen bakanlığın bu sancılı süreci bu kabil uygulamalarla kotarması takdir edilecek bir çabadır. Ancak uzaktan eğitimin ruhunun olmadığı da gerçektir. Umarız bakanlık bu süreçten çok iyi kazanım ve hedefler belirleyerek çıkar, eğitimi özgürleştirir, vakıf, cemaat ve derneklerden uzak durur ve böylece nitelikli eğitime bir yol verir.