Bilim, Ahlak ve Hukuk, Siyaset ile yan yana, el ele yürümediği sürece siyaset akılcı ve akıcı olamaz. Çünkü; bilimsel, etik ve hukuksal siyaset, siyaset psikolojisinin argümanlarını yerine getirir. Siyasetçi; bir matematikçi gibi sorunları kökünden kavrayan, bir felsefeci gibi neden-sonuç, amaç-sonuç bağlantılarını sezgiden uzak gören, yeni soru ve sorunlara hazırlıklı olan ve bir hukukçu gibi vicdanından gelen sesi dinleyerek eşitlikçi ve adil davranabilen, bir sanatçı gibi olay ve olgulara dışarıdan bakabilen, gördüklerini bir sanatçı edasıyla tarafsız bir şekilde ortaya koyan, yaşam-gelecek perspektifini sosyal psikoloji ve sanat pedagojisiyle yorumlayan biri olmalıdır.
Demokrasisini tarihin yalın ve saydam akışı içinde dünyayı ve bulunduğu bölgeyi rasyonel bir anlayışla okuyarak, biçimlendirmeye çalışan ülkelerde, siyasetçi, emin olun ki; topluma örnek kişilerdir. Onlar, neyi, nasıl, niçin, ne zaman ve kimler için yapacaklarına karar verirken, kendi şahsiyetlerine anlamlı izler bırakırlar. Bilim, Ahlak, Hukuk ve Sanatın gerçeklikle yoğrulmuş doğrularını, yaşama geçirmeye çalışırlar. Uzlaşı ve hoşgörü demokrasi kültürünün parametreleri olduğundan, halk için, halka yönelik kararlar, etik ölçüler içinde ve optimum düzeyde alınır. Yani bu kabil demokrasilerde yetişmiş siyasetçi, siyaset psikolojisinin kendine yüklediği fiziksel, duygusal ve zihinsel kapasite misyonu arasında denge ve denetim mekanizması kurarken, bu üç temel argümanın minimum ve maksimum sapma trendlerini okuyabilecek, sorunsal gördüklerini tolere edebilmek için mutlaka siyaset bileşenlerine atıfta bulunmak ve uzlaşı kültürü içinde optimal çözüm noktasına varmak zorundadır.
Fiziksel kapasite hele bir de denge ve denetim mekanizmasının çok ötesinde mutlak yetkiyle donatılmışsa, buralardaki yönetim anlayışı, Doğu ve Ortadoğu kültürünün sorgulanamayan “ben yaptım oldu” ya da “sandıkta millet bizi iktidara getirdi” gibi, demokrasiyi sandık gibi güdük bir amaca indirgeyen anlayışlar, fiziksel kapasiteyi kullanmada en temel unsur olarak karşımıza çıkabilir. Bu anlayış, muhalefetin veya sivil toplumun bilimsel uyarı, kanıt ve söylemlerine karşı, duyarsız uzlaşı kültürüne çok mesafeli, kendi seçmen tabanına mesaj verme ve dediğini yapma konularında tartışmasız en iyi olduklarından, yapmış oldukları tarihi ve politik hatalar karşısında kendilerini eleştirmek, hatalarından dersler çıkartıp, siyasete soluk aldırmak yerine, böyle hata ve yanlışlardan sonra ”Mevlam ve milletimiz bizi affetsin” söylemi, duygusal kapasitenin darlığını ve içeriksizliğini göstermektedir. Oysa siyaset gibi dinamik bir eksende icra edilen ve yönetim anlayışı olarak yansıyan her karar ve icraat mutlaka hata eğilimli olacaktır. Bunun çözümü hata veya yanlışın nerede ve nasıl yapıldığı, adil ve eşitlikçi olma durumuna nasıl ve ne şekilde yansıdığı, amaç-sonuç bölümünün rasyonaliteden sapma durumunun sorgulanması anlamı gerekirken, bunların tamamını bir tarafa itip, yaratandan ve milletten af dilemek, siyaset psikolojisinin duygusal kapasite alanı dışında kalmaktadır. Bunun yanı sıra fiziksel kapasiteyi baskın tutup, duygusal kapasitede mevlaya sığınan siyaset, zihinsel kapasiteyi de açmadan kapatıp eşiğe süpürmüşe benzemektedir. Çünkü zihinsel kapasite; bilim ve hukuku temel sayıp, geniş bir uzlaşı kültürü zemini yaratmayı amaç edinmektedir. Zihinsel kapasitede herhangi bir şey için karar vermeden önce, o iş, proje veya yatırım için, tüm bilimsel veriler, matematik ve felsefi arka plan içinde değerlendirilir, çıkan sonuç, taraflar arasında tartışılır, eksik ve yanlışlar düzeltilir. Buna rağmen şüpheler bertaraf edilmemişse, yerel veya merkezi demokrasi devreye girerek, mini referandumlar yapılabilir. Zihinsel kapasite, tartışma, danışma ve uzlaşmayı gerektirdiği için, mutlak suretle kullanılması gereken siyaset psikolojisinin temel sac ayaklarından biridir. İşte siyaset mecrasında yapılması gerekenler, diğer taraftan ülkemizdeki yansımaları… Bunu bir de Kanal-İstanbul üzerinden yorumlayalım, bakalım…