Yıllardır hırpalandıkça hırpalanmış.
Dağları dinamitlerle patlatılıyor.
Esnaf kan ağlıyor.
Vatandaşın denize girecek yeri kalmamış.
Çarpık kentleşme.
Yani…
Güzellikleri bir bir elinden çalınmış İskenderun!!!
Öyle inatçı, öyle güçlü ki; tüm olumsuzluklara rağmen güzelliğini koruyor bu güzel kent. Öylesine de nazlı ve kibar ki; sabretmesini de biliyor! O ne güzellik böyle? Hiçbir güç, O’nun güzelliğine gölge düşüremiyor ama hırpalıyor da hırpalıyor!
Durun artık, rahat bırakın bu güzelim kenti!
Yetmedi mi?
Doymadınız mı?
Bu ne hırs?
Bu ne kin?
Allah gözünüzü doyursun!!!
Hepiniz görüyorsunuz.
Duyuyorsunuz.
Seyrediyorsunuz.
Bir şeyler deyin artık!
Vicdanınız sızlamıyor mu?
İçiniz ‘cızzz’ etmiyor mu?
Acımıyor musunuz bu güzele?
Günah be ya!!!
Kimin güzeli bu?
İyice düşünün hele!!!
Hani hep birlikte koruyacaktık?
Hani ‘senin’di?
Hani ‘onun’du?
Hani ‘hepimizin’di?
Söylesenize!!!
Çağrım, görmezden gelenlere değil artık!
Çağrım, bu güzele.
Çağrım bu güzel kent İskenderun’a!
Diren İskenderun!!!
Sahiplenen birileri çıkar elbet!!!
Denizinin esintisi.
Gökyüzünün maviliği.
Dağlarının azameti.
Efsanesin güzelliklerinle, İSKENDERUN!
Aşk kokuyorsun sen!
‘Günbatımı’nı seyreden bunu anlar.
O, buluşma.
O, sarılma.
O, renk cümbüşü.
Hele hele…
O, kavuşma anı!
İskenderun’da ‘deniz’le, ‘güneş’in efsane aşkıdır bu!!!
Diren İskenderun, hep diren!
Sevenlerin uyanır elbet!!!