Hukuk Devlet sisteminin çöktüğü iddiaları, YSK‘nın son kararıyla tavan yapmış, gerekçeli kararın 250 sayfalık bir kitap şeklinde açıklanması ise pes dedirtmiştir. Öyle bir kitap ki; hiçbir zaman best-seller olmayacak, satılmayacak, karşılığı olmayacak, toplum ve insanlık vicdanında asla yer bulamayacaktır. Gerekçeli kararı yazmak için, zorlama gerekçeler yaratmak, din, iman, ahlak kurallarına aykırı olduğu gibi, hukuk kurallarına da aykırıdır.
Seçimlerin yargı gözetiminde ve denetiminde yapılmasından sorumlu YSK, yargıya olan güvenin matematiksel karşılığı en altta olan değerine katkı yapmak için zorlama bir karar verirken, zorlama gerekçeler üretmede ise hukukun ulusal ve evrensel ilkelerini hukuk devlet anlayışının eşiğine süpürmüştür. Bir kararın özünde, ruhunda, felsefe ve matematiğinde, hukuk veya kırıntısı yoksa o karar mutlak suretle siyasi bir karardır.
Aslında 12 Eylül askeri rejiminin hazırlamış olduğu ve Türk ulusunun artık bedenine uymayan, özgürlük ve hak kısıtlayıcısı bu Anayasanın 79. Maddesinde düzenlenen seçimlerin genel yönetimi ve denetimi ile ilgili olarak YSK‘nın kararlarına karşı hiçbir merciye başvurulamaz ifadesi bu kurula hukuki bir dokunulmazlık sağlamış, bu durum son yıllarda hukuk ve adaletle bağdaşmayan kararların verilmesine neden olmuştur. Denetim ve başka bir merciye itiraz ve başvurunun olmaması, hukukun yavaş yavaş siyasallaşmasına neden olmuş, keyfi ve birbirleriyle çelişen kararlar seçmenin bu yüksek yargı kurumuna güvenini ortadan kaldırmıştır. Hukuk ve yargı sistemindeki bu anomi zamanla hız kazanmış, genel olarak ülke içinde yargıya olan güven dip yapmıştır. Yüksek yargı mercilerinin peş peşe çelişkili kararları, yerel yargının hukuk dışı direnmeleri, yargıya olan güven azalmasının başlangıç nedenleri olmuştur.
Anayasa mahkemesinin OHAL kararnameleriyle, YSK‘nın kararlarına karşı edilgen bir durumda olması, hem doğal hukuk hem de kişinin negatif haklar statüsü açısından ibret vericidir. Hukukun; hak kavramı üzerinden doğup gelişmesi açısından ister OHAL kararnameleri olsun, isterse YSK‘nın kararları mutlaka hak kaybı ve ihlallerine karşı, Anayasa Mahkemesi’nin bir tutum takınması, bir içtihat yaratması artık bir zorunluluk olmuştur. Konunun özü hak kaybı ve ihlalleri olduğundan Anayasa Mahkemesi’nin dolaylı bir denetim yolunu açması, bunun için evrensel hukuk normlarından faydalanması ve her şeyden önemlisi başkan ve üyelerinin cesur olması gerekir.
İstanbul seçimleri üzerinden verilen hukuksuz kararlara karşı, hem seçmenin seçme ve tercih hakkı, hem de seçilenin mazbatayı alarak yönetme hakkı ellerinden alınmış, bu konuda baştan aşağı siyaset kokan kararları hukukileştirmek için ahlak sınırları zorlanmıştır. Peki bu hak kayıpları için, bireysel başvuru ile anayasa mahkemesine müracaatta bulunulursa ne olur?
Anayasa Mahkemesi YSK kararlarına karşı yetkisizlikle başvuruyu ret mi eder? Yoksa bu baş vuruda hak kaybı ve ihlalleri olduğundan en azından dolaylı bir denetim yolu açarak, YSK‘nın hukuksuz kararlarından bağımsız, evet hak kaybı ve ihlalleri yaşanmıştır mı der? Hukuk devletinin argümanlarını yerine getiren bir sistemde elbette ki ikinci seçenek yerleşerek içtihat halini alır. Hukuk ve yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıç güvencesi gibi konular tam oturmayan ülkemizde Allah bilir daha neler görüp yaşayacağız.