Politikasız siyaset

Ali Haydar Veziroğlu 1998 yılında yayınladığı Türkiye Toplumsal Barış Projesi’nin girişinde şöyle der; “Türkiye; İnsanının sesidir, özüdür, kendisidir.” Gerçekten de Türkiye farklı etnik yapı ve dinlerin bir arada yaşadığı, ülküsü bir, toprağı bir, türküsü bir, bayrağı bir ve dertleri bir olan Anadolu’nun sıcak, sevimli ve dost kucağının ürünüdür. Anadolu; toprağı dost, barış, sevda ve kardeşlik kokan, birlikteliğin, dayanışmanın ve paylaşmanın yüreğidir. Anadolu baştan başa ülküdür, mücadeledir, zaferdir, kazanımdır, Anadolu dündür, onurlu geçmiştir, arkada gözdür, geleceğe ışık tutan…
Oysa sosyolojiden, bilimden, hukuk ve ahlaktan uzaklaşan bir siyaset anlayışı, Anadolu toprağında onun insanında kırılmalara neden olmuş, bu ülke ülküsüyle haksızlık, hukuksuzluk, yanlış ve eksikliklere karşı sesini yükselten herkes bir şekilde derdest edilmiş, sesleri kısılmış, siyaset; toplumu, toplum bilimi dışında dizayn etmiştir. Bu dünde böyleydi, bugün de böyle… Siyasetçi oy devşirene kadar, her türlü propaganda aracını kullanarak, halkın duygu ve gönlüne hitap etmekte, seçimden sonra seçkinci ve elit tavrını devam ettirerek, toplumsal bütünleşme üzerinde olumsuz etkiler bırakmaktadır. Oysa insanın bir beyninin ve aklının olduğu gerçeği hep göz ardı edildiğinden, siyaset ahlakı ve hukuku devre dışı bırakılmaktadır. İşte bundan dolayıdır ki; Türkiye çok uzun süredir, toplumsal barış ve kardeşlik projesine ihtiyaç duymaktadır.
Aslında David Riesman toplum tiplerini incelerken, toplum tiplerinin kendine özgü bireyler de ürettiğini açıklar. Onun düşüncelerine ekleme yaparak, gelenekçi toplumlarda geleneklerine göre hareket eden, hak, adalet, eşitlik ve ahlak kavramları üzerine inşa edilen demokratik toplumlarda, vicdanına göre hareket eden, popüler kültür etkisindeki toplumlarla tüketim toplumlarında ise, başkalarının kendilerinden beklediklerine göre hareket eden bireyler üretilmiştir. Bu tip bireyler, siyasal tutum ve davranış konusunda da günün ve geleceğin koşul ve durumlarını sorgulamadan, oylarını içinden çıktıkları toplum tiplerine göre verebilmektedir. Gelenekçi ve popüler kültür ve tüketim toplumu tipolojisinin ürettiği bireyler, ülkemizde sayısal olarak fazla olduğu için, bunların siyasi tercih ve görüşlerinin değişmesi zorluklar yaratmaktadır.
Demokratik bir toplum tipinden oldukça uzak olan ülkemizde, bu toplum kırıntılarının ürettiği bireyler, seslerini yükselten, itiraz eden, mücadeleden kaçınmayan, özgür ruhlu olduklarından ta geçmişten günümüze kadar, hep tehlikeli ve anarşist olarak görülmüşler, bu haklı çıkış ve itirazlarını sağır kulak, görmek istemeyen göz ve algılamak istemeyen akıllara duyuramadıklarından, çok bedeller ödemişler ve ödemeye devam etmektedirler. Türkiye ‘nin saklısında yer kaplayan linç kültürü, zaman zaman siyasilerin söylemlerine malzeme olmuş, akıl, vicdan ve söylem koordinasyonundan yoksun kişilerce linç kültürü yaşam bulmuştur. Siyasetin derinleştirdiği ve cepheleştirdiği toplumsal yapı; kaba hatlarıyla gündeme oturmuştur. Politikadan yoksun siyaset anlayışı, toplumsal yapı üzerinde hacim kurmaya devam etmiştir. Bu ahval ve şartlar içinde Türkiye toplumu, sosyoloji biliminin doğruları çerçevesinde kendini aramaya başlamış, toplumsal barış, huzur ve kardeşliğin, korku ve baskının önüne çıkması için, farklı enstrümanların kullanılması gerektiği bilincine varmıştır. Çünkü barış ve kardeşliğin temelinde, yardımlaşma, dayanışma ve hakça paylaşım ülküsü yatmaktadır. Türkiye; birlikteliğin oluşturduğu koronun sesi, toplumun barış arzusu ve insanının sevdasıdır. Sorunlarını çözmüş, uygar ve demokratik bir toplum olmuş Türkiye hepimizin yaşam gerçeği olmalıdır. Düşleri değil…

Bir cevap yazın