Türkiye; kendi sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik ve benzeri konularda alt ve üst yapısıyla yüzleşmekten uzun süredir kaçınmakta, bu temel parametrelerde oluşan herhangi bir krizi kabul etmemekte ve hep yüksek perdeden sorunlar red edilmektedir. Bu red politikaları haklı itirazları görmezden gelmiş, oluşan ve yığınları etkileyen krizlere teşhis koyup, tedavi ve çözüm yolları aramak yerine, gündelik pansuman tedavilerle işler kotarılmaya çalışılmıştır. Seçmenin bilincini stabil tutup, onların haklı ve gerekli istemlerini iktidarın verdiği ve lütuf olarak gördükleriyle örtbas edilmiş, itiraz, eleştiri ve karşıt görüş gibi en temel insan hakları, terör unsuru olarak nitelendirilmiş, katalog suç saçmalığı geçerliliğini sürdürmüştür. Ülke genelinde sanal bir korku hakim kılınmıştır.
Kurum ve kuruluşların başında bulunanlar, liyakat ve kariyere göre değil, biat ve yandaşlığa göre seçilip atandığından, iş bilgisi, yeteneği, becerisi ve gelinen noktada başarısı her nedense hiç sorgulanmamıştır. Politikasız siyaset anlayışı, ülkeyi dışarda da yalnızlaştırmaya itmiştir. Bu durum ve koşullar altında, taraflı ve peşin hükümlü medya, bazı konularda beklentileri oldukça yükselttikleri için, halkın dikkat ve yönünü önemli gündemden alarak bu beklentilere yönlendirmiştir.
Bunlardan biri de Avrupa Futbol Şampiyonası’nın yapılacağı 2024 tarihindeki organizasyonun Türkiye‘ye verileceği konusundaki içi boş yüksek beklentiydi. Sonuçta bu büyük organizasyonu Almanya kazanınca beklentiyi yükselten taraflı medyanın kalem şörleri, laf ebeliği yapan sunucuları, kerameti kendilerinden menkul yorumcuları koro halinde Türkiye‘ye haksızlık yapıldığını yüksek perdeden dillendirirken, eleştiri oklarını UEFA başkanına yöneltmişlerdir. Bilinci stabil yığınlarda bu koroya katılarak nasılda haksızlığa uğradığımızı söylemektedirler.
Oysa uluslararası çapta böylesine büyük organizasyonlara ev sahipliği yapmak niyetinde olan Türkiye, öncelikle bir turizm tanıtma filmini andıran ve içinde magazinsel bölümleri barındıran bu sunumda 2024 organizasyonuna hep birlikte tuz ekmiştir. İsmi futbol olan bir organizasyon filminde eski ve yeni milli futbolcu ve teknik direktörlerden, tarafsız, akılcı basın ve medya mensuplarından, çağdaş ve demokratik organizasyon şirketlerinden herhalde fikir alınmadığı gibi, birlikte çalışma ve üretme nezaketi de gösterilmemiştir.
Yapılan stadlar resm edilirken, stadların bulundukları kentler; sosyal, kültürel, politik ve ekonomik anlamlarda analiz edilmemiş, stadların görkemli görünüşleri tuz ekmeye kurban edilmiştir. Aslında böylesine büyük çaplı organizasyonları düzenleyen uluslararası kurum ve kuruluşlar, her şeyden önce organizasyonun verileceği ülkenin, son yıllarda ki küresel terör, göç dalgası, sosyal adaletsizlik, bireysel silahlanma, cinayet oranları gibi ölçütleri göz önünde bulundurur. Olaya buradan bakınca, NTV kaynaklarına göre; Türkiye 2016 yılında yapılan dünyanın en güvenli ülkeleri sıralamasında ilk ona giremediği gibi, rakibi Almanya 9. Sırada kendine yer bulmuştur. 2018 yılında ise düşünce kuruluşu, Ekonomi Ve Barış Enstitüsü’nün küresel barış endeksine göre, dünyanın en güvenilir otuz ülkesi içinde rakibimiz Almanya 17. Sırada yer alırken, Türkiye sıralamaya girememiştir. 2017 yılında bir seyahat sitesi olan Travelbird dünyanın en güvenilir 100 kentini açıkladığında, Türkiye‘den yalnızca İstanbul 94. Sıradan listeye girerken, Almanya’nın Frankfurt kenti 56., Berlin 43., Hamburg 24., Stuttgart21., ve Münih 3. Sırada listede yerlerini almışlardır. Bu güvenli kentler değerlendirildiğinde, şehirlerin dijital güvenlik altyapısı, kişisel güvenlik, sağlık güvenliği gibi ölçütler kullanılmıştır. Şimdi organizasyonun neden Almanya‘ya verildiğini herkes gayet iyi anlamıştır. Yoksa taraflı basının detone korusu hep söylemeye devam edecektir.