Çok partili yaşama geçildikten sonra, iktidara gelen her siyasi parti, açık ve şeffaf devlet anlayışından uzaklaşmıştır. Adı demokrasi olan biçimsel aygıt hiçbir zaman evrensel kural ve ilkeleriyle uygulanamamış, kapalı bürokratik yönetim anlayışı, yolsuzlukları da körüklemiştir. Yönetimde etik ve hukuk kuralları, çoğulcu ve katılımcı demokrasi anlayışıyla yürümediğinden, devlet yönetiminde bozulma ve yozlaşmalar baş göstermiştir. Üstelik bunun üzerine birde yönetimde Liyakat ve Kariyeri derdest ederseniz doğru, ilkeli, ahlaki haber alma hakkınızda kuşatılmış olur. Hele içinde yaşadığımız dönemde medyanın hızla tekelleşip bir zihniyet altında toplanması doğru, ilkeli ve ahlaki haber alma hakkımızı ta baştan yok etmektedir. Bu bizim otantik ve hareketli kültürümüze de bir baskı uygulamakta, monopol medyanın bağırması haklı bir çığlık gibi yansıtılmaktadır. Habercilik insanların gözlerinin içine baka baka yalanlarla bezenmekte, etik kurallar bertaraf edilerek, habercilik çamurla eş değer tanım haline getirilmektedir. Bu dünde böyleydi, bu gün de böyledir. Çünkü Cumhuriyet ve Devleti kuranlar; bu güzel ülkenin ahlak, adalet ve hukukla yönetilmesi için vatandaşın hakkı olan, vatandaşlık bilincini vermeye üst düzeyde çaba göstermişlerdir. Ancak temel hak ve hürriyetlerin bu kadar cendereye sokulduğu bir dönemde vatandaşlık bilinci yerini biat ve bağlılığa bırakmış, itiraz etme, hakkı olanı isteme gibi ahlaki sorumluluk başka argümanlarla örtbas edilmeye başlanmıştır. Yönetimde açıklık ve saydamlık tam olarak uygulanamıyorsa, yönetimin her türlü işlem ve eylemini denetlemekle görevli yargı mercileri verdikleri kararlarla bu işi hakkıyla yerine getiremiyorlarsa, ülkede gıda güvenliği açıkları her gün göz ve kulaklarımıza anlamlı bir şekilde çarpıyorsa, izlenen tarım politikaları sorun yaratıyorsa, gıda ve besin girdilerinde dışa bağımlı hale geliniyorsa, bunların temel nedeni açık ve şeffaf devlet yönetimi anlayışının yerleşmemesidir. 80’li yıllarda Çernobil nükleer santralinde meydana gelen radyasyon sızıntısının Karadeniz bölgesini etkilediği konusunda çok ciddi tartışmalar yaşandığında ki (o dönem medya bu kadar taraflı ve tekel konumunda değildi) dönemin sanayi ve ticaret bakanı, kameralar önüne çıkıp ta afiyetle çay içmedi mi? Dönemin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu başkanı dönemin bakanıyla birlikte ‘Radyasyon yoktur, çay ve fındık güvenle tüketilmelidir’ demediler mi? İnsan sağlığını ve gelecek nesilleri düşünmeden, ‘Türkiye’de radyasyon var’ diyenler dinsizdir beyanları dönemin gazetelerinde yer almadı mı? Oysa o tarihten sonra Karadeniz bölgesinde kanser vakaları sağlığı tehdit eder boyuta gelmiştir. Günümüzde ise yanlış tarım politikalarının bir göstergesi olan canlı büyük baş hayvan ithalatı dev gemilerle İskenderun, Mersin, Samsun, İzmir ve Bandırma limanlarında gerçekleşmiş, bu gemilerin limanlara yanaşmasıyla birlikte iğrenç ve kötü kokular, sağlığı tehdit etmiş ve insanların dışarıya çıkmasını engellemiştir. Bu ithalatın devamı Kurban Bayramı sonrasında Türkiye‘de veteriner hekim kontrolü yapılmaksızın ithal edilen bu hayvanlarda şarbon vakası görülmüş, bazı illerde ve bu illerin farklı bölgelerinde karantina uygulanmaya başlanmıştır. Durum bu hale gelmesine rağmen, yetkililer tıpkı 80 ‘li yıllarda olduğu gibi kameralar önünde halka güvenle et yiyebileceklerini salık verirken, adli yılın açılış resepsiyonunda meclis bahçesinde bazı bakanlar ve yüksek yargı organı başkanları kendilerine sunulan etleri afiyetle yemişlerdir. Yönetme geleneği sürmektedir. Gıda güvenliği pek de önemli gözükmemektedir. Oysa gıda da oluşan güven açıkları tartışılmadan, bunlara karşı caydırıcı ağır cezalar uygulanmadan, popülizmle bir yere varılmaz. Bu konuda taraflı basınında asıl haberin kırıntılarının yer alması da başka ilginç bir olaydı. İşte farklı iki olay, ancak ortak refleks ve tavır. Yoksa muhalif basını kışkırtan dış güçler mi?…