Hatay’ın hemen güneyindeki İdlib’te gerilim giderek tırmanmaktadır. Her ne kadar öncesinde İdlib’e Rus ve Esad rejimi saldırıları hafifte olsa başlamışsa da, 7 Eylül’de gerçekleşen Tahran zirvesinde İdlib konusunda pozitif bir gelişme beklentisi içerisinde olanlar oldukça fazlaydı. Hatta zirve başlangıcında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teklif ettiği ‘Ateşkes’ Türk haber ajansları ve yayınları tarafından ‘Ateşkes geliyor!’ şeklinde bile yayımlanınca, umutlar iyice artmıştı. Bu umutlananlar içerisinde ben de vardım. Bu sebeple bir önceki yazımda İdlib’te ateşkes uygulandığını yazma acullüğünde bile bulundum! Pek yapmadığım bu acelecilik sebebiyle kıymetli okurlarımın affına sığınıyorum!
Tahran Zirvesi İdlib’in yarasına merhem olamadı. Hatta dağ fare doğurdu bile denilebilir. Rusya ısrarla, bölgedeki el-Nusra Cephesi başta olmak üzere, ‘terörist’ olarak nitelediği tüm ‘silahlı muhaliflerin yok edilmesi’ gerekliliği üzerinde durdu. Sonuç bildirisi de aslında Rusya’nın ve desteklediği Esad rejiminin istediği gibi gerçekleşti. Bundan sonra Türkiye, Rusya’yı ikna edebilecek bir çözüm sunamaz ise, Rus uçaklarının da desteklediği Esad rejimi zaten 4 Eylül’de başlatılan, Tahran zirvesi sabahı ve sonrasında da devam eden İdlib’e yönelik saldırılarını şiddetlendirerek devam ettirebilir.
Bu durumda olabilecek sığınmacı göçü için Türkiye tarafından Afrin bölgesine yönlendirme çalışmaları olmakla birlikte, geçen hafta sonu çok sayıdaki sığınmacının Hatay’ın Altınözü ilçesindeki sınır duvarlarını aşarak Türkiye’ye geçiş yaptıkları da görüldü.
İdlib, Esad rejiminin 15 Mart 2011’de patlak veren ‘Suriye Baharı’ sonrası kaybettiği toprakları, Eylül 2015’te Rusya’nın desteğinde tekrar almaya başlamasıyla birlikte geriye kalan nadir yerlerdendir. Geride ABD’nin askeri varlık gösterdiği, Suriye Demokratik Güçleri(SDG) adı altında ancak, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG’nin ağırlıklı olduğu bir yapının varlık gösterdiği Rakka merkezli, Fırat’ın doğusu boyunca Türk sınırı ve Irak sınırı arasındaki bölge ile İdlib kaldı.
Esad rejimi, bu iki bölge dışındaki hemen her yerde, ‘Ateşkes’ anlaşması yapılsa dahi, bir yolunu bulup ‘terörist’ dediği silahlı muhaliflere ya saldırdı, ya da bölgeden çıkmalarını sağladı. Halep ve son olarak Deraa’daki tahliyeler böyle gerçekleşti. İdlib’te ‘Ateşkes’ uzlaşması sağlansa dahi, Esad rejiminin saldırılarını kesmesi beklenmemektedir.
Öte yandan, zaten bu bölgede mevcut başta el-Nusra olmak üzere, silahlı muhaliflerin bir kısmıyla Türkiye’nin de uzlaşması mümkün değildir. El-Kaide uzantısı el-Nusra, 5-6 bin olduğu ileri sürülen militanlarıyla bölgede ateşkese razı olmayacağı gibi, razı olsa dahi nereye sığınacakları da bilinmemektedir. Hiçbir ülkenin kabul etmeyeceği bu teröristlerin temizlenmesi, Türkiye’nin de uygulayabileceği çözüm önerilerinin dışındadır.
Aynı el-Kaide türevi terörist gruplar, kendilerine vaki saldırılar karşısında sivil halkı da kalkan olarak kullandıklarından, doğrudan saldırı halinde ‘Kurunun yanında çok sayıda yaş’ da yanacaktır. Bunu görebilen bölge halkı, çareyi kaçmakta aramaktadır.
Türkiye’nin önerileri doğrultusunda ‘Ateşkes’ yapılması halinde, el-Kaide türevi örgütlerin pek çok militanının Türkiye’ye gizli yollardan girme ve Türkiye’de terör olaylarını gerçekleştirme riskleri de ortaya çıkabilir.
Suriye’de krizin aşılmasına bir kerte kalmışken, taraflar anlaşamadığı için kriz devam etmektedir. Krizin devamı ise sadece Suriyelilere değil, Türkiye’nin de dâhil olduğu komşu ilkelerin maddi ve siyasi külfetini arttırmakta, tehdit riskini devam ettirmektedir.
Son Söz: Son günlerde alevlenen Suriye krizine, komşu ülke ve bir diğer güney sınır komşumuz Irak’ta yeniden alevlenen karışıklıklar eklenince, bölgedeki istikrarsızlık öngörülemeyecek bir süre devam etme riski taşımaktadır. İdlib’te gelinen nokta ‘İki ucu pisli değnek!’ gibidir. Bu uçların Türkiye’ye değmemesi için neler yapılmalıdır? Bu mesele sadece hükümetin değil, hepimizin meselesidir. Buyurun çözüm üretmeye…