Türkiye ekonomisi 1960 yılında kurulan ve planlı ekonominin yönetim ve üretim yeri olan Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) sayesinde 1960 -70 yılları arasında ekonomik ve toplumsal kalkınmanın altyapısını, 70‘li yıllardan sonrada üst yapısını oluşturmaya başladı. Ekonominin beyni olan bu kurum, ekonomi ve siyasetinde okulu olarak iz bırakmıştır. Çünkü bu kurumda şimdilerde olduğu gibi, yeter ki bizden olsun çürümüş mantığı yerine işinde, alanında ve mesleğinde hakikaten çok iyi yetişmiş farklı düşüncelerdeki insanlar daha doğru bir ifadeyle uzmanlar çalışırdı. DPT’nın içinde Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesinden, Teşvik ve Uygulama Dairesine kadar, Türk ekonomisinin bütün bileşenlerinin emarını çeken, sorunlu ve eksik yönleri teşhis ve bunun için tedavi yöntemlerini benimseyen bir çok daire mevcuttu. Bu teşkilatta çaycısından, müsteşarına kadar herkes, işini büyük bir ciddiyetle yapar, ortak ülkü olan Türkiye konusunda verimli, kalıcı, akılcı ve gelecek perspektifli politikalar üretirdi. Teşkilatın hükümet ve siyasetle organik bağı olmadığından, siyasetten bağımsız çalışırdı. Bu yüzdendir ki siyasetçiler; özellikle de hükümet başkanları DPT’yi pek sevmezlerdi. Bu sevgisizlik ve ön yargı Özal ile başlayıp devam etmiştir, ta ki 2011 yılında bir kanun hükmünde kararnameyle 50 yıllık DPT Kalkınma Bakanlığına dönüştürülerek bakanlık olarak bürokrasinin üst basamaklarındaki yerini almıştır.
O tarihten beri, dünya ekonomik konjonktürünü izleyen, kriz ve dalgalanmaların, fırsat ve olanakların ayak seslerini duyarak önlemler almaya çalışan, planlı kalkınmanın bütün ekonomik paradigmaların vazgeçilmezi olduğunu açıklayan ve kamuoyunu bilgilendiren oldu mu? Ekonomi Yönetiminin ve bağımsız ekonomik kurumların 2006 yılında uygulamaya konulan çoklu yıl bazlı bütçe uygulamaları ekseninde, ekonomik bir uygulama olan Orta Vadeli Program doğrultusunda, gittikçe temel ekonomik yasalardan ve doğrulardan uzaklaşarak, siyasallaşması, ekonomik göstergelerde ikaz işaretlerinin yanmasına neden olmuştur. Öyle ki; 2006 yılından başlanarak uygulamaya konulan bütün Orta Vadeli Programlarda belirtilen temel ekonomik göstergelerden: Büyüme, İstihdam, Enflasyon, Ödemeler Dengesi ve Kamu Maliyesinde çok önemli sapmalar olmuş, OVP hedefleri tutturulamamıştır. Makroekonomik göstergelerde hedef ve amaçlar popülist siyasi söylem ve eylemlere feda edilmiş, ekonomik kalkınmanın öncü sektörü olarak inşaat sektörü seçilmiş, bu bağlamda Türkiye’nin ekonomik kazanımları beton ve demir olarak toprağa gömülerek, üretken ve verimli yatırımlar arka plana itilmiştir. Özelleştirmelerden elde edilen gelirler, yeniden verimli ve istihdam artırıcı alanlarda kullanılmamıştır. Ekonomik ikaz lambaları yandığında, süslü ve seçmene yönelik laflarla geçici yaklaşımlar benimsenmiş, ekonomideki yapısal reformlara bir türlü başlanamamıştır.
Sonuçta gelinen noktada döviz dalgalanmaları Tsunamiye dönüşmüş, resmi açıklama olmasa da Türk Parası devalüe edilmiştir. Ekonomi yönetimindeki aksaklık, hata ve yanlışları, dış güçler, döviz ve faiz lobileri gibi akılcı ve mantıklı olmayan savunmacı sözlerle örtmeye çalışmak, ekonomiye daha fazla zarar verecektir. Dünyanın en kırılgan ekonomilerinden olan ülkemize Haziran 2018’de giren Finans Kapital(yabancı sermaye)%85 azalmış, Türkiye’nin döviz arzı git gide azalırken, döviz talebi hızla artış göstermiştir. Buna birde gittikçe yükselen cari açık ve dış borç yükü eklenince dövize olan ihtiyaç resmi ortaya çıkmaktadır. Buna karşın merkez bankası, elindeki parasal enstrümanları rasyonel şekilde ve tam zamanında kullanamamıştır. Ekonomik zorlukları tetikleyen bir diğer faktör ise, tüm büyük yatırımların dolar üzerinden sözleşmeye bağlanması, üretken ve önceliği olmayan yatırımlarda ısrarcı olunması, rant ekonomisi olasılığının terk edilmemesi, içinde bulunduğumuz durumun nedenlerinin yansımasıdır. Çözüm: uzlaşı, demokrasi, hukuk, adalet ve hakça yönetim ve dağıtım çerçevesinde birlikte Türkiye olmak…