Ahlaki bir sorumluluk

Ahlaki değerlerin hızla kirletilmesi toplum yapısını inorganik bir hale getirmiştir. Ahlakın bir karakter eğitimi olduğu günümüzde, ne yazık ki ahlakın çöküntüsü, dürüstlük, doğruluk, güvenilirlik ve samimiyet duygusunu eşikte bırakmıştır. Bu temel ahlaki ve toplumsal değerlerin günden güne kirletilmesi, dinin aynı zamanda siyaset malzemesi olmasına neden olmuş, din üzerinden her siyasi adım toplumu germiş, ahlak ve adalet anlayışı adeta meta haline sokulmuştur. Yalan söylemek, insanları kandırmak, bu yolla çıkar elde etmek günlük rutin işler haline gelmiştir. Bu illet son yıllarda toplumsal ülkü bağını hasara uğratmış, toplumsal yapı kendiliğinden çözülmeye başlamıştır. İnsanlar artık toplumun, hatta milyonların gözünün içine baka baka, utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan çok rahat yalan söyleyebilmektedirler. Geçenlerde yapılan bir spor kulübünün olağan genel kurulunda, yirmi yıldır kulübü yöneten eski başkan yeni başkana yalan söylediğini, milyonların gözü önünde söylerken, eskimiş, köhnemiş, anlam ve değerini yitirmiş dünde kalmış argümanlarla yeni başkanı hedef almıştır. Bir koltuk uğruna koca bir camianın yalan üzerinden seçim malzemesi yapılması taraftar ve toplum psikolojisini de olumsuz etkilemiştir. Yeni başkan ise; cevabı konuşmasında eski başkanın yüzüne baka baka çok rahat yalan söylediğini, seçimi kazanmak için her yolun mübah olduğu anlayışını sert bir şekilde dile getirmiştir. Yalanın sonsuz ve görece gücü, toplumun kılavuzu olma yolunda ilerlemektedir. Aslında bu seçimin ana fikri, yıpranmış eskimiş ve geçerliliğini yitirmiş iddialarla yeniden seçimi kazanma uğraşında olan bir eski başkanla, yeni bir umut ve heyecanla yola çıkan başkanın güç savaşından ziyade, ahlaki ve toplumsal değer yargılarının bir seçimde nasıl alaşağı edildiğidir. Toplumun geldiği noktayı sorgulayan bir ideolojik, dini veya siyasi bir fikrin henüz yeşermediği gerçeği korkutucu değil midir? Bir spor kulübünün başkan ve yönetiminin seçimi özelinden, ülkedeki seçimlerin geneline bakıldığında ahlaki değerlerin hangi boyutlarda taammüden saldırıya uğradığı gerçeğini görürüz. Çünkü Türk toplumu, siyaset zemininde son yıllarda yalanla o kadar çok hemhal oldu ki; artık toplumun gerçek yapısı sentetik bir hal almaya başladı. Öteden beri siyaset cephesinde iktidar kanadı her ne pahasına olursa olsun iktidarını koruma, muhalefet ise iktidara gelme noktasında, kullandıkları seçim enstrümanları birbirlerini suçlayıcı ve yalan üretici nitelikteydi. Hakikaten seçimi kazanmak, her yol mubahtır anlayışı, medyayı, hukuku, adaleti ve eşitliği dumura uğratmış, her seçim adaletsizliğin perçinlendiği bir sandık sonucuna dönüşmüştür. Seçmenin davranışı, tutumu ve algısı bir şekilde maniple edilmiştir. Hiçbir seçim öncesi ve sonrası durum tipik seçmen tarafından siyasetin doğruları açısından sorgulanmamıştır. Bugün alanları ısıtan seçim kampanyalarında, yalanın hangi kılıklarla nerelerde ve nasıl ortaya çıktığı siyaset bilimcileri tarafından mutlaka izlenmektedir.

Siyasetin doğruları, hangi alanlarda nasıl izah edilmektedir?

İktidarın tüm imkanları kullanmasına rağmen muhalefetin doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik ve samimiyet konularında seçmeni test etmesi seçmeni nasıl etkilemektedir?

Seçim kampanyalarının yalansız olmadığı bir süreçte, yalanın nasıl bir illet haline getirildiği, buna nelerin zemin hazırladığını, siyasetin bilimsel ve ahlaki değerlerden nasıl koparıldığını ileride tarih not edecektir. Üslupsuzluğun üslup haline geldiği siyaset alanları, toplumu çok ama çok germekte, yeni bir umut, yeni bir yol arayışları seçimlere heyecan katmaktadır. Aslolan partilerin ve adayların kazanması değil Türkiye’nin kazanmasıdır, hem de yalansız ve dürüst bir şekilde…

 

Bir cevap yazın