Eğitimin kalkınmaya eşit olduğu bir dönemde, Ortadoğu Coğrafyasında yönünü arayan Türkiye için elinde kalan tek sermaye eğitimdir. Eğitimde ya çağdaş, sorgulayıcı, analitik düşünme becerilerini geliştirici, eleştirel bir bakış açısı kazandırıcı, çevre ve doğa dostu, teknoloji kullanma becerileri yüksek, hayal etme gücü gelişmiş, bir paradigma seçilecek, ya da eğitim siyasi iktidarların elinde popülist bir araç olarak kalmaya devam edecektir. Eğitimi; eşittir kalkınma konseptinden çıkarıp, sadece İmam Hatip Okulları düzeyine indirgemek, emin olun ki bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüklerden olacaktır. Okullar üzerinden eğitimi tartışmak, aslında eğitimin alt kümesi olan öğretimi tartışmaktır. Öyle ki bu ülkede okulları nitelikli ve niteliksiz diye ayıranlar, herhalde eğitimin, sanatsal, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik ögelerini yadsımakta, eğitimin çağdaş ve kapsayıcı yapısından uzak kalmaktadırlar.
Günümüzde eğitimde çok ileri gitmiş olan ülkelerin arka planında okul öncesi eğitimin kaliteli, üretken ve gelecek yön eğilimli sağlam duruşu yatmaktadır. Bizim okul öncesi eğitim sistemsizliğimiz; 1739 sayılı Milli Eğitim Temel kanunu ve 652 sayılı Milli eğitim Bakanlığı Teşkilat ve görevleri hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamede şekillenmiş, isteğe bağlı olarak ibaresi düşülmüştür. 1739 sayılı kanunda okul öncesinin amacı; çocukların beden, zihin ve duygu gelişmesini, iyi alışkanlıklar kazanmasını ve ilköğretime hazırlaması, şartları elverişsiz çevrelerden gelen çocuklar için, ortak bir yetişme ortamı hazırlaması ve Türkçe’yi doğru ve güzel konuşmalarının sağlanması gibi sığ ve içeriksiz öncüller olarak sunulmaktadır. Okul öncesi eğitimin zorunlu olduğu ülkelerde, 0-6 yaş gurubu çocukların merak etme, hayal etme ve keşfetme becerilerinin geliştirilmesine yönelik eğitim sunulurken, temel ilke olarak; konuş, gez ve öğren mantıksal çıkarımı temel unsur olarak görülmektedir. Bizler de ise, çocukları boyama egzersizleri ile oyalandığı, ilgi ve istidat avcılığının yapılmadığı, merak, hayal etme ve keşfetme duygu ve becerilerinin törpülendiği, gösterişe ve gösteriye yönelik bir eğitim alışkanlığının, çağdaş bir eğitim diye uygulandığı ve bu çocukların ilköğretime başladıklarında ise öğretmenler arasında bu körpe dimağların üzerinden, pedagoji ve
eğitim sosyo psikolojisine tamamen aykırı bir şekilde ve hızla okumaya geçirme yarışının yapıldığı, çocuğun; sanatsal, kültürel ve akademik yeteneklerinin tamda o çağda evrileceği bir dönemde, böylesine anlamsız ve beyhude bir çabayı sükseli başarı olarak görme zavallılığı maalesef eğitim sistemimize resmedilmiştir.
Bununla da yetinilmeyerek eğitim sisteminin içinde olup ta, eğitimin içeriği ve amacından bihaber velilerle, eğitimin dışında olanlarla, çocuklara ilkokul ikinci sınıftan itibaren deneme sınavı yaptıran, test çözmeye başlatan çocukların analitik düşünme, duygu gelişimi, karakter eğitimi gibi temel konularda dış dünya ile iletişimini kesen ve çocukların zihnine ışık tutmayı beceremeyen, onları doğru, yanlış ve boş gibi gerçekten eğitim değeri boş olan etkinliklerle oyalama silikliğini gösterenleri başarılı öğretmenlik olarak sunan zihniyetin değer gördüğü bir ülkede yaşamaktayız.
Bu zihniyetin Orta ve yüksek öğretime süsleyerek gönderdiği çocukların başarısı rakamsal doğrulara endekslenerek, bunun eğitimin ve başarının değer gören önermesi haline getiren bir ülkenin çocuklarının, dünyanın geleceğe hızla akan değişimine ayak uydurması ve eğitim arenasında rekabet edebilmesi mümkün mü? İşte çelişkilerle dolu, ticari kaygıların gelecek kaygısı önüne geçtiği, öğrenciyi müşteri gibi algılayan her geçen gün sayıları mantar gibi artan apartman okullar ve özel okulların, devlet okulları karşısında kayırıldığı bir sistemli sistemsizliğin, dünde kalmış bir eğitim anlayışı ile rehabilite edilmesi ne kadar gerçekçi olacaktır? Çorak zeminde gül bitmez. Hal böyle olduğu içindir ki; eğitim anlayışını ve öğretim programlarını, sorgulayan, yorum gücü yüksek, eleştiren, mantık ve akıl yürütmeyi sarmal bir bilgi etrafında gerçekleştirebilecek düzeye getirmeden, Lise giriş sınavlarında, soruları kaliteli hazırlayan, çocukları sarmal yapıda test etmeyi amaçlayan, sorgulayıcı, yorumlayıcı ve akıl yürütmeyi gerektiren sorular karşısında, sistemin köhne, eskimiş, yıpranmış ve durağan yapısında eğitilen çocukların elbette ki bu sorulara istenilen düzeyde yanıt vermeleri beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu. Bir çok çocuk sınavdan ağlayarak çıktı. Bu durumun taklidi TYT ve AYT sınavlarında da tekrarlanacak gibi gözükmektedir. Dünyanın hiçbir ülkesinde 13-14 yaşlarında ki çocuklarını ağlatan, onlara travma yaşatan, çocukların çocukluğunu, gençlerin en üretken zamanlarını çalan bir eğitim modeli ve anlayışı yoktur. Eğitimi, sınavlardan bağımsız olarak, sanatı ve kültürü ağırlıklı olarak kullanılan bir alan olarak gördüğümüzde, kalkınma hamlemiz başlayacaktır. Yoksa dünde kalanlarla gelecek inşa edilmez.