1 Şubat itibariyle Ankara’daki manzara şuydu: Bazı ağaçlar tomurcuklanmaya, tomurcuklar patlamaya hazır hale gelmişti. Oysa bu yıl Ankara’da daha kış bile göremedik. İstanbul’da Ankara’dan farklı değil. Hatta Kastamonu gibi Batı Karadeniz’in çam ormanlarıyla ünlü, çoğu kar olmak üzere bol yağış alan şehrine de doğru dürüst kar yağmadı. Geçen hafta İstanbul’daki güneşli günler bir zamanların Ekim ayında rastlanan ‘Pastırma yazı’nı hatırlatan cinstendi. Bu gelişmeleri endişeyle izlerken, 2 Şubat’ta Güney Afrika’nın başkenti Cape Town’la ilgili şu haberle dehşete düşmemek mümkün değildi: Nisan ayında musluklardan su akamayacak. Çünkü barajlarda su tükenecek. Ya Türkiye?
Elbette ki Güney Afrikalı insanları da düşünüyor, onlar için de dua ediyoruz. 500 bin-1 milyon arasında Müslüman yaşadığı bilinen şehrin nüfusu 3.5 milyon. Ve Nisan ayının başında, yani 2 ay içerisinde koca kent susuz kalacak!
Bu yıl Türkiye’de görülmemiş derecede yumuşak ve yağışsız bir kış yaşayınca, aklımıza ‘Ya biz de Cape Town’ın durumuna düşersek ne yaparız?’ demek geldi. Sahi ne yaparız, hiç düşündük mü?
14 milyona merdiven dayayan İstanbul, 6 milyona ulaşan Ankara, nüfusu oldukça artan İzmir, Bursa, Konya, Adana, Antalya ne yapacak? Hangisinde oldukça kalabalık nüfusu rahatlatabilecek su arıtım tesisi var?
Şayet bu ılık ve yağışsız kış böyle devam ederse, hele de önümüzdeki 2018/2019 kışı da aynen tekrarlarsa ne yaparız? Kaldı ki; Türkiye’nin giderek çöl iklimine dönüşeceği yıllardır sadece bilimsel dergilerde değil magazin sayfalarında bile paylaşılıyor. Bana göre çok önemli bir güvenlik sorunu olup, mutlaka ‘Türkiye’nin Güvenlik Sorunu’ gibi görülmeli ve buna uygun güvenlik politikaları üretilmelidir.
Daha 1990’lı yılların başlarından itibaren Orta Doğu’nun geleceğinde su savaşları çıkabileceği Batı ülkelerinin güvenlik politikası uzmanları tarafından yazılmaktadır. Çoğumuz bunlara kulaklarımızı tıkamakta veya ‘senaryo yazıyorlar!’ diye kızmaktayız.
Oysa su sıkıntısı, Türkiye açısından PKK terör örgütü, Afrin harekâtı, Irak kuzeyi, hatta enerji hatları kadar önemli bir güvenlik sorunudur. Kulak tıkamak, adeta işitmemeye çalışmak yerine, iyi işitip, iyice öğrenmek ve vakit geçmeden önlemleri almak gereklidir.
Bazı vurdumduymazlar da ABD Başkanı Trump gibi iklim değişikliğine inanmak istemiyorlar. Dünyanın belirli periyotlarla soğuyup buzul çağına girdiğini, belirli dönemlerde kuraklaştığını savunuyorlar. Ama 100 yılı aşkındır sürdürülen bilimsel çalışmalara göre, dünyanın insan eliyle ısıtılması sebebiyle bu doğal periyotlar mümkün değil gibi. Yani dünyamızı ‘Yaşlandırmışız!’
Konu sadece susuz kalmakla sınırlı değil. Su eksilince üretim de düşecek. Yani tarla ve bahçelerde susuzluktan ekim yapılamayacak, ekili yer olmayınca hasat da duracak veya kesilecek. Tabii ki hayvancılık sektöründeki üretim düşüşü de bu kuraklıktan payını alacak.
Öte yandan bazı ülkelerde nüfus artışı önlenmeye çalışılsa da, çoğu yarı gelişmiş ve gelişmemiş toplumlarda nüfus artışı devam ediyor. Çalışan genç nüfus sayısı açısından bu önemlidir. Ama artan nüfusu ile giderek kuraklaşan ve üretim sorunu yaşayacak bu ‘yaşlı’ dünyada bu sorunlarla baş edilecek? Üstelik halen çoğu Afrika’da olmak üzere dünyadaki aç insan sayısı 800 milyonun üzerinde iken…
Bu arada yılda 1 milyon insanın açlıktan öldüğü dünyamızda savurganlık da had safhada. Zira bir taraftan açlıktan ölen insanların sayısı 1 milyon iken, öte yandan obeziteden ölenlerin sayısı açlıktan ölenlerin sayısının neredeyse 3 katı imiş.
Son Söz: İklim değişikliğinin çok ciddiye alınmalıdır. Gelecek yıllarda muhtemel su sıkıntılarının önlenmesi maksadıyla deniz suyundan yararlanma, kullanılan suyu arıtma, üretimde su tasarrufu ve askeri önlemler dâhil pek çok konuda çalışma yapılıp tesisleşmelidir.