Cenevre ve Astana süreçlerinde sıkışan Suriye

20 Aralık 2016’da Rusya’nın başkenti Moskova’da Türk, Rus ve İranlı üst düzey yetkililer (Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rusya Dışişleri Bakanı SergeyLavrov ve İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif) bir araya gelerek Suriye’de barışçı çözümü öngören bir ortak uzlaşma metni yayımlatmışlardı. Metnin ilk maddesinde “üç ülkenin çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen desteklediği” vurgusu yapılmıştı.

29 Aralık 2016’da ise Suriye’de Türkiye ve Rusya’nın garantörlüğünde ateşkese varılmıştı. 3 belgeden oluşan anlaşmaya göre önce Şam yönetimiyle silahlı muhalefet ateşkes ilanı konusunda anlaştı. İkinci belge militanların silahsızlanması ve ateşkes denetiminin sağlanması mekanizmasını tarif etmektedir. Üçüncü belge de tarafların barış görüşmeleri için masaya oturmaya hazır olduklarını deklare edeceklerdi. Ateşkesin yanı sıra Astana’da başlatılacak “Barış Süreci”nin de alt yapısı hazırlanıyordu. 31 Aralık 2016’da da, Suriye’nin geleceği konusunda daha önceki yıllarda “Cenevre Süreci”ni başlatan BM de, Rusya-Türkiye-İran üçlüsünün sürüklediği aynı amaca yönelik “Astana Süreci”ne destek verdiğini açıklamıştı.

Cenevre Süreci’yle ilgili son toplantı 8 Kasım’da Cenevre-8 adıyla başladı ama BM Sorumlusu De Mistura’nın “Başaramadık. Altın bir fırsat kaçırıldı!” şeklindeki ifadesinde olduğu gibi bir sonuç alınamadı. Görüşmeler, öncesinde Suudi Arabistan’da yapılan Riyad-2 toplantısında alınan “Suriye’de Beşşar Esad görevi bırakmadan geçiş yönetiminin başlamayacağı” kararının gölgesinde kaldı. Cenevre-8 görüşmeleri başarısız sonuçlansa da, BM’nin Ocak 2018 ayında yeni bir toplantı yapması beklenmektedir.

Astana sürecinde Rusya-Türkiye-İran üçlüsünün sürüklediği görüşmeler, Rusya’nın “Suriye Ulusal Diyalog Kongre”sini toplama önerisiyle duraksadı. IŞİD ve el-Nusra dışındaki tüm muhalifler ve Esad rejiminin bir araya gelmesi hedeflenen bu konuda Türkiye’nin itirazı PYD-YPG’nin katılımınaydı. Daha sonra bu sorun Rusya tarafından “PYD-YPG dışındaki diğer Kürt grupların katılımı” önerisiyle aşılmaya çalışıldı.

Rusya, Türkiye ile Esad rejimi arasındaki uzlaşma sağlayabilirse Türkiye, Suriye’deki Esad rejimi ile bir araya gelmek istemeyen muhalifler üzerinde etkili olabilir. Aslında akıl ve mantık, Esad rejiminin de bir süre daha Suriye’de en azından ilk seçimler için seçimlere katılması gerektiğini göstermektedir. Oluşabilecek bir otorite boşluğunda bölgeye istikrarsızlığın yeniden çökmemesi için bu gerekli ve Türkiye’nin de çıkarınadır. Keza Suriye’nin bir an önce toparlanabilmesi için devletteki mevcut hafıza sebebiyle de buna ihtiyaç vardır.

Ama gene de seçimler mutlaka ve mutlaka BM bünyesindeki gözlemci grubunun gözetiminde olmalıdır. Yıllarca süren iç savaş ve terör ortamından görülebilecek en fena koşulları yaşamış çok karışık bir ülke olduğu için kolay bir seçim de olamayacaktır. Ve orada sadece IŞİD tehdidi veya sadece El-Nusra tehdidi değil, teröristleşen çeşitli grupların yarattıkları tehditler da mevcuttur.

Suriye’nin geleceği konusunda Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoağn ve AKP iktidarının hala Beşar Esad’ı bu gelecekte istemeyen söylemleridir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu bunu 2 Aralık 2017 tarihli Lübnan ziyaretinde “Kendi halkına saldıran ve 600 bin insanı öldüren bir kişi hiçbir ülkenin başında olmamalı!” şeklinde söylerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da 2017 yılı sonlarında benzer ifadeleri tekrarlamıştır.

Son Söz: Suriye’nin geleceğiyle ilgili pek çok bilinmeyen arasında Esad rejimi ile PYD-YPG’nin geleceğindeki anlaşmazlıklar giderek büyüyeceğe benzemektedir. Oysa yıllardır yerinden yurdundan uzak Suriyeli sığınmacılar bir an önce yurtlarına dönmenin özlemi içerisindedirler. Ancak bu bilinmeyenler içerisinde onların da ne kadar bekleyecekleri gizli…

Bir cevap yazın