Seymour Martin LİPSET; Demokrasinin oluşumuna ve yaşamasına katkıda bulunma koşullarını araştırırken, Sanayileşme, Kentleşme, Zenginlik ve Eğitim düzeyine öncelik vermektedir. (A.T.KIŞLALI.Siyaset Bilimi.s56)
Aslında Lipset’in bu saptamasında öncelediği her bir koşul, birbirini tamamlayan, birbirini besleyen, zenginleştiren ve geliştiren olarak terminolojik bir anlama sahiptir.
Ekonomik bir kavram olarak sanayileşmenin demokrasiye en temel katkısı üretim ve istihdam olanağı yaratmasıdır. Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki en temel belirleyici olan, Tercih Dilamalarının bilimsel ve rasyonel bir sisteme entegrasyonudur. Aslında gelişme yolunda bu tercihler; gelişmekte olan ülkelerin, verimlilik, üretim, istihdam ve kalkınma Paradigmasının, siyasi iktidarlar tarafından kabaca, büyüme tercihine dönüşmesini, yarım yamalak demokrasi avantajlarını, koltuk ve iktidarda kalma hırsına alet edilmesi, temel sorunu, gelişmekte olan ülkelerin bu ekonomik girdaptan bir türlü çıkmamasına neden olmaktadır.
Buradan bakınca; ekonomik kazanç ve kazanımların, genelde iktidarda kalma veya iktidarı sürdürme hırs ve çabalarının, topluma sundukları şimdiyi kurtarma, geleceği tüketme, tek taraflı oyunlarının maddi kaynakları olmaktadır. Ülkenin öz ve değerlendirilebilecek zengin kaynaklarını, tarım, sanayi, hizmet ve teknoloji sektörlerini planlamak, bunları yıllık programlarla hayata geçirmek, üretim skalalarını sürekli ve zengin hale getirmek, insan kaynağını, istihdam planlaması çerçevesinde değerlendirmek, eğitim paradigmasını ve kentlerini bu bağlamda yeniden modellemek yerine, beton ve demir kapsamlı konut projeleriyle, doğa dostu ve doğayla birlikte kalkınma ve gelişme yerine, inşaat sektörüyle ve rant öncelikli büyümeyi tercih edenler; kalkınma modelini, modern kent tipolojisini, rekabetçi, eleştirel, yaratıcı, analitik ve diyalektik eğitim konseptini ötelemiş, zenginlik ise,
toplumsal sınıfların eşit ve adil paylaşımından ziyade, belli bir kısmı veya zümreyi zenginleştirmeye yönelmiştir.
İki bin iki yılında 3Y ile mücadele, etkileyici ve doğru söylemiyle iktidara gelenlerin muhafazakar demokrat ve Liberal oldukları, ancak şimdilerde Seçkinci Muhafazakarlar olarak nasıl değiştiklerinin, siyaset garajından yansıması olarak ortada durdukları, artık yadırganmayacak bir gerçektir. Ekonominin üretkenliğini yitirmesi, İnşaat sektörünün tercih dilamasında hala önde olması, Rant zihniyetinin kent sosyolojisi ve tipolojisi üzerindeki baskısı, pandemi sürecinin, siyaset ve bilim arasındaki çelişki üreten sancılı yönetimi, vaka sayılarının nerdeyse geometrik artışı, işsizliğin ve yoksulluğun artık derinden hissedilmesi, eğitim paradigmasının imdat çığlıkları, sıkışmış bir siyaset arka planı, ülkenin son günlerdeki giriş, gelişme ve sonuç bölümleri olmayan kompozisyonudur.
Pandemi süresince lebaleb kongreler, esnafın ekonomik faaliyetlerde adeta derdest edilmesi, Merkez Bankası’nın döviz rezervleri ve benzeri konularda oluşan toplumsal hassasiyet, iktidar tarafından yapılan açıklamalarda bir düşünce bütünlüğü göstermediği, aslında oluşan bu tablonun yatay çekimin eseri olduğu, Merkezin eriyen döviz rezervlerinin hesabında, doların eşittir bir Türk Lirası olduğunu, Pandeminin bu şekilde yayılmasının temel sorumlusunun seksen milyon Türk halkı olduğunu, Patates ve Soğan gerçeğinin büyük düşleri asla geride bırakmayacağını, ülkede kapanan şirket ve iş yeri olmadığını, bunun tamamen pembe gözlüklü kameramanın çekiminden kaynaklandığı, gerçeği karşısında, şu muhalefete de bir şeyler söylenmelidir. Yatay çekimin yarattığı bu abartılı tablonun, hakikat olmadığını ne zaman anlayacaksınız?
Hakikat ise, bankalarda dolar milyonerlerinin sayısının sürekli arttığı, TUİK’in tüm teknik maharetlerine rağmen, enflasyon ve işsizliğin yükselmesi, hukuk ve yargı sisteminin güven endeksinin dibe vurması, özgürlük güvenlik dengesinde, özgürlüğün irtifa kaybetmesidir. Kameramanı değiştirmek lazım…