Yüce İslam dini gösteriş ve kibirden uzak, ahlak üzerine indirilmiş bir dindir. İbadet anlayışı, güzel ahlakla birlikte gerçekleştirildiğinde anlam kazanmaktadır. İbadetler ritüellere indirgenip bunlar üzerinden algı yaratmak hiç şüphesiz dine zarar vermektedir. Hele bu ritüelleri, ibadet gibi gösterip, uygulamak ise, gerçek ibadetleri bağlamından koparıp, bir şekle sokmak, zaman ve mekan unsurunu öne çıkartmaktadır.
Oysa gönül almak, gönle girmek, doğru olmak, hoşgörü sahibi olmak dinimizin yüce ve zarif göstergeleridir. Özünde dinginliği, naifliği ve zarafeti barındıran yüce İslam dini; sarıklı, cüppeli, şalvarlı bir güruhun sloganları ve tekbirleriyle bir şekle sokulursa, hoşgörü zemini ortadan kalkar.
Din, siyasetten bağımsız olmadıkça, hep onun gölgesinde kalır ve siyasete çeşitli vesilelerle alet edilir. Son günlerde siyasetin gündemi ve geçerliliği Ayasofya üzerine çevrilmesi, dinin kutsallığının, zarafetinin ve dinginliğinin, siyasetin gel-git leri arasında nasılda savrulduğunu görmekteyiz.
Dünya kültürel mirası listesinde yer alan, insanlığın ortak değerlerinden Ayasofya‘nın büyük bir törenle ibadete açılmasının orada eda edilen Cuma namazının, protokol namazına dönüştürülmesinin, Anadolu‘nun çeşitli yörelerinden o meydana gelenlerin bir kısmının, hilafeti andıran tutum ve davranışlarda bulunmasının tamamında siyasetin din üzerindeki etki ve etkileşiminin sonuçlarını görmek mümkündür. Namaz ibadeti aslında, Allah’ın huzurunda eğilmenin dışında, hiç kimsenin önünde eğilmemek, tevazu sahibi olmak, eşit ve adaletli davranmak, gönül kırmamak, yalan söylememek ve kemlikten uzak durmak üzerinden ifade edilirken, namazdan sonra bunlara uymamak, bu yolda niyet göstermek, lanetli cümleler kullanmak, namazı bir ritüele indirgemek anlamını ortaya çıkarmıştır. Esasen o gün açılış töreninde işte bu ritüellere vurgu yapılmış, İslam’ın gerçek amacı ve ruhu es geçilmiştir. Ayasofya‘nın ibadete açılışının siyasetin gölgesinde bir gösteriye dönüşmesi, kerim bir gözle okunduğunda amaç-araç ve amaç-sonuç kısımları arasında derin çatlakların oluştuğu görülür. Yüce İslam dinine belli başlı mekanlara, ne belli zamanlara sığdırılabilecek sığ ve hacimsiz, ne de minberlere sembolik araçlarla çıkıp, oradan verilen mesajın içeriği olacak kadar dar değildir. İslam dini tüm gönüllerin, temiz zihinlerin, güzel ahlakın bileşeni, ufuklara sığmayacak kadar hacimli bir uygulamadır.
Siyaseti; toplumsal yaşamın, kültürün, tutum ve davranışın içine din ile birlikte sokarsanız, dine bir şekil verme, ibadeti ritüele dönüştürme sonucu ortaya çıkar. Din retoriği, Kur-anı Kerim rehberliğinde, siyasetten bağımsız, her türlü gösterişten uzak, gönül ve zihinlere hitap şeklindedir. İnsanlığın ortak mirası olan Ayasofya üzerinden gündem belirlemek, çözüm bekleyen siyasetin acil sorunlarını bir süreliğine ötelemek anlamına gelmektedir. Siyasetin, uzlaşı kültüründen uzak tutumu, cepheleştirme ve karşıt yaratma politikalarını üretmiş, toplumun temel bütünleştirici değerleri, bu politikalardan nasibini almıştır.
İçinden geçtiğimiz sosyo-politik dönem, hem partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, hem de ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik alanlarda bu yapıya uyma patolojilerinin sıklıkla yaşandığı bir dönem olarak gündeme oturmaktadır. Bu çoğunlukçu yapı fikir özgürlüğü ve eleştiri hakkını daraltmış, tek sesli medya korosu, aynı şeyleri tekrar etmekten, her şeyi başka göstermekten, yapılanları onaylamanın dışında bir şey yapmazken, inanç alanı siyasetin akışına maruz kalmış, inanç alanı siyaset paradigmasının kullanım alanına dönüşmüştür. Ne diyelim gerçek dindarlara, minberden söylenenler değil, Kur-an da belirtilenlerle inancımızı yaşayacağız.