Hulusi Akar ve Milli Savunma Bakanlığı

Türkiye, Parlamenter Sistemi geride bırakarak, ‘Cumhurbaşkanlığı’ veya ‘Başkanlık’ sistemi denilen yeni hükümet sistemine geçti. Artık Meclis’te güven oylaması yok. Cumhurbaşkanı kimi işaret ederse o kişi bakan olacak. Bakanlık sayısı azaldı ama kurulacak çeşitli kurullarla birlikte, bakanlıklardaki personel sayısı azalacağı yerde artacak gibi. Cumhurbaşkanlığı kabine sisteminin ilk bakanlarına bakıldığında en çok dikkat çeken üç bakan var: Ekonomi Bakanı, Milli Eğitim Bakanı ve Milli Savunma Bakanı (MSB)!

Yeni MSB, ‘eski’ denemeyecek bir asker! Orgeneral rütbesiyle Genelkurmay Başkanı iken bir akşam vakti bu görevden alınıp bakan yapılan Hulusi Akar! Emekli olmadan, emekliliğini dahi istemeden bu göreve getirildi. Yani daha kamuflaj desenli üniformasından ve botlarından ayrılmanın nasıl olacağını anlayamadan sivil elbiselerini giydi. Peki ‘iyi mi oldu?’

Bence çok iyi oldu. Hele de daha sonra Genelkurmay Başkanlığı da emir komuta birliğine uyacak şekilde MSB’ye bağlanınca, yanlış giden veya gidebilecek pek çok şeyin düzeltilmesi için fırsat yakalandı. Daha önce Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanı’na, kuvvet komutanları ise MSB’ye bağlıydı. Bu durum emir komutada kopukluğa sebebiyet verebilirdi. Teşkilat yönetimi ve emir-komuta prensipleri açısından yanlıştı.

Hulusi Paşa’nın MSB olmasıyla, 27 Mayıs 1960’tan beri devam eden bir yanlışlık düzeltildi. Tüm demokratik ülkelerde Genelkurmay Başkanları MSB’ye bağlıdır. Bunun sıkıntısını NATO’da ve AB adaylık sürecinde de sıkça yaşadık. Tabii ki kumpas davaları sırasında da… FETÖ’nün kalemşörleri ve onlara uyan her devrin adamları bir zamanlar TSK ve en güzide komutanları üzerine Türk tarihinin en acımasız kumpas kıskacıyla saldırırlarken, TSK savunmadan aciz bir duruma düşmüştü. Oysa TSK’nin yaptığı veya yapamadığı her icraatın sorumlusu siyasi iktidar olmalıydı. Artık sahibi var!

15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi’nden sonra TSK’de tarihinin en büyük değişimlerinden biri yaşandı. Bu değişimden en büyük pay da TSK sağlık sistemiyle eğitim/öğretim sistemine düştü. Sağlık teşkilatı tamamen değiştirilirken, savaşmayı öğrenecek subay ve astsubay adaylarının eğitim yuvaları ‘sivilleştirildi!’

Yani FETÖ darbe girişimi, bir bakıma TSK’nin güçlenmesinin önünü keser gibiydi. Hatta buna ‘Kurunun yanında yaş da yandı!’ denilebilir.

TSK eğitim kurumları Milli Savunma Üniversitesi çatısı altında toplandı. Bu yapının altında her üç kuvvete ait harp okulları, Harp Akademisi görevini görecek enstitüler ve astsubay meslek yüksekokulları bağlandı. Milli Savunma Üniversitesi Rektörü de dâhil, tüm eğitim kurumlarının öğretimle ilgili birimlerinin yöneticilerinin neredeyse tamamı ‘sivil’ akademisyenlerden oluşturuldu. Üstelik bu akademisyen yöneticiler, diğer ülkelerde rastlanmayan şekilde ve askeri konular için elzem ‘ehliyet’leri tartışılacak olmasına rağmen…

Şaşkınlığımız bu kadarla da sınırlı değil! Harp Okulları ile kurmay subay da yetiştirecek enstitülerde dışarıdan ders vermek üzere görevlendirilen akademisyenler içerisinde ‘asker’ kökenli akademisyen neredeyse yok! Bu kurumlarda subay ve kurmay yetiştirilmesinde bilgi ve beceriye sahip, ‘FETÖ’ lekesi asla sürülemeyecek sayıda Harbiyeli, kurmay ve akademisyen olmuş emekli subaylar var. Bu bulunmaz imkân neden TSK’den esirgenir anlaşılır gibi değil!

Bir örnek vermek gerekirse; askerler ‘Çatışma Hukuku’nu en iyi bilenler arasındadır. Hem teorisini öğrenir, hem de çeşitli plan tatbikatları ve bizzat yaşadığı olaylarla bunu pekiştirir. Ama gelin görün ki, bu alanda bile ‘eski’ asker, yeni akademisyenler uzak tutulmaktadır. Amaç güçlü Türkiye ve güçlü bir TSK değil midir? Öyle ise bu yanlıştan dönülmelidir. Ama amaç, Irak’ta olduğu gibi zayıf devletin zayıf askeri gücünün devamıysa, bu tempoya devam!

Son Söz: Kara Harp Okulu Komutanlığı yapan, TSK’de eğitime vakıf Hulusi Paşa’nın Milli Savunma Üniversitesi’ndeki ‘Varlık içinde yokluk çekme!’ yanlışından dönülmesini gerçekleştireceğine inanan ve bekleyenlerdenim. Yeni göreviniz hayırlı olsun Sayın Bakanım.

 

 

Bir cevap yazın