Bazen ne çok değerlerimizi ve güzellikleri kaybettiğimizi anlıyoruz.
Sohbetler unutuldu.
Nezaket.
Sevgi ve saygı.
Dostluk.
Göz göze temas unutuldu.
Sosyal medya, bu güçlü bağları tek tek yok edip o kadar yanlızlaştırdı ki…
Gittikçe mekanik hale dönüşüyoruz desek daha doğru olur!
* * *
Peki ya mektup?
Özenle yazdığımız.
Koklamaya doyamadığımız.
El yazısının inceliği.
Tekrar tekrar okuduğumuz.
Yıllarca sakladığımız.
Rengârenk zarflarıyla yürekler yakan.
Hey gidi günler hey!
Mektup, özel sohbetleri ifade ederdi.
* * *
Uzun bir yolculuk sonrası…
Yorgunluktan uyuyakalması doğaldı.
Rüya görüyordu artık.
Uyandığında yorgunluğunu atmıştı.
Valizleri açtı.
Eşyalarını yerleştirirken, bir mektup gözüne ilişiverdi.
Heyecanla açtı mektubu!
Her satırını, okumayı yeni öğrenmiş gibi tane tane okudu.
Yanaklarına süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Duyguları adeta fırtınaya dönüştü!
Hangi ara?
Valizine mektubu nasıl koymuştu?
Sevinç ve hüzün biraradaydı!
Geçmişe takıldı yüreği.
Hayatında aldığı ilk mektuptu.
Rüyadaydı sanki…
“Mektubun sırrı buymuş!” diye mırıldanırken, hiç tatmadığı bu duyguyla hayallere daldı.
* * *
İşte böylesine güçlü bağların adıdır mektup!
İyi Pazarlar.!
“Mektubunda diyorsun ki; ‘Gel gayrı’… Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım” şarkısını dinlerken mektubun sırrını bilen bir kuşakta yaşayanlar çok iyi bilir.
Mektup, kalbin taa kendisidir!