Tören devletinden minimalist devlete

Çoğu tarihçi Cumhuriyeti Osmanlı’dan kopuş olarak görür. Oysa yönetimin bütün bileşenlerinden tutunda, devlet yönetimi ve organizasyonunda, hatta birçok alanda Osmanlı’nın devamı olduğumuz ortadadır. Zaten olması gerekende budur. Çünkü dünüyle bağlantısı olmayanların, yarınları kurmaları mümkün değildir. Cumhuriyet; elbette ki, başta yönetim sistemi olmak üzere, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda birçok yeniliğe imza atmıştır. Teba dan halk olmaya doğru hızlı bir yönelişin altında da Cumhuriyet’in imzası vardır. Kurtuluş Savaşı sonrasında özellikle Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, yorgun Anadolu topraklarında geleceğe dönük atılımların, yarınları sorunsuz kurmanın olağanüstü çabaları yatarken, çok partili yaşama geçildiğinde, demokrasi aygıtı, seçim sandıklarına hapsedilmiş, demokrasinin çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi ve adil, ruh ve felsefesi, devletin kurum ve kuruluşlarına maalesef egemen olamamıştır. Öyle olduğu içindir ki; günümüzde bile demokrasinin özlenen biçimi ve içeriğinin peşinden koşmaktayız. Demokrasi özü itibarıyla saydam bir yönetimdir. Yönetim kademelerinde bulunanların hesap verebilirliği esastır. Bu yönetim şekli, çoğulcu olduğundan, çoğunluğun yaptıklarının da denetim ve kontrol altına alınmasını savunur. Ekonomide kaçak ve göçük olmaması, adil gelir dağılımı ve refah devleti ilkeleri arasındadır. Halbuki ülkemiz Osmanlı’dan kalma bir gelenekle tören devleti olma inadını sürdürmektedir. Dünyanın en gelişmiş yedi ülkesinin hangisinin meclisinde koltuklar ceylan derisi ile kaplanmıştır? Bu ülkelerdeki tören ve temsil giderleri, bizdeki gibi sürekli artan ve denetlenemeyen bir yapıda değildir. Buralardaki yönetim anlayışında kesinlikle israfa ve gösterişe yönelik izler bulunamaz. Dünyanın en gelişmiş bu ülkelerinde, başta politika ve yönetim, anlayışında minimalist bir yaklaşım hüküm sürmekte, politika ve yönetimde sadelik ve halkla bütünleşme ön plandadır. Bu ülkelerde seçim propaganda dönemlerinde, bizdeki gibi, günler öncesinden gelecek siyasi parti liderini anons ederek ne gürültü kirliliğine, ne de meydanlara parti bayrağı ve flaması asarak, çevre ve görüntü kirliliğine neden olmaktadırlar. Onlar medeni ölçüler içerisinde, herkese eşit ve adil zaman dilimi vermek suretiyle kitle iletişim araçlarını ve televizyonlardaki tartışma programlarını tercih etmektedirler. Onların siyasi parti liderleri, büyük konvoy ve koruma ekipleriyle değil, sade ve gösterişsiz politikayı yeğlemektedirler. Onlarda, bizdeki gibi sayıları günden güne artan ve sayıları yüzbini geçen resmi taşıtlar yok, sayıları binlerle ifade edilen kamp ve sosyal tesis yok, kamu personeline tahsis edilen ve sayıları on bini geçen cep telefonu yok… Festival, fuar, bayram, milli gün, temel atma, açılış, karşılama ve uğurlama gibi faaliyetler çok ve denetimsiz değil.

Ülkemizde Maliye Bakanlığı’yla, Devlet Personel Başkanlığı’nın birlikte düzenleyecekleri, temsil giderlerinin yapılmasına ilişkin usul ve esasları düzenleyen bir yönetmelik yürürlükte mi bilemiyorum. Belediyelerin bu konudaki yönetmelikleri olmasına rağmen temsil giderleri vicdani bir rahatsızlık yaratır duruma gelmiştir. Kısacası temsil ve tören giderlerini bir gösteriş kompozisyonuna sokarak, bunların tamamını oy devşirme formülasyonu olarak görmek ve yorumlamak ahlak ve hukuk kurallarına aykırı olduğu gibi vicdanlarla da bağdaşmamaktadır. Çünkü temsil ve tören giderlerinin çok büyük bir kısmı, para, zaman ve emek kaybına neden olarak israfı artırmaktadır. Bir okul açılışında bile; saatler öncesinde, insanları gürültülü müzik eşliğinde toplayıp, ilgili yüksek yetkilinin gelmesini beklemek nasıl izah edilebilecektir? Devletin demokratik yapı ve hukuk zeminine oturarak, israfa ve gösterişe yönelik her türlü hamleyi ortadan kaldırması veya sınırlandırması, böylelikle tören devletinden minimalist devlet yapısına geçmesi kaçınılmazdır. Çünkü az aslında çoktur…

 

Bir cevap yazın