Aspirin geçmişi Mısırlılara kadar uzanan tarihi bir ilaç. Söğüt kabuğundan elde ediliyor ve insanlar aspirini ilk kez ağrı kesici olarak kullanmışlar. Sonraları gözlemsel veriler göstermiş ki aspirin kullananlarda kalp krizi daha az görülüyor. Ve en nihayetinde 1982 yılında aspirinin etki mekanizması saptandı ve kalp damar hastalıklarında kan sulandırıcı olarak kullanılmaya başlandı.
Mevcut veriler kalp damar hastalığı olanlarda ömür boyu aspirin kullanılması gerektiğini net olarak ortaya koymuştur. Sağlık alanındaki gelişmeler, sağlık imkânlarının geniş halk kitlelerine ulaştırılması kalp damar hastalıklarında belirgin bir farkındalık yaratmış, bu hastaların hemen tamamında aspirin reçete edilmiş olması ise halk arasında aspirinin kalp damar hastalıklarında koruyucu etkisinin herkeste gerçekleşeceği düşüncesine neden olmuştur.
Sonuçta aspirin etkisi kanıtlanmış bir ilaçtır, hastaların kullandığı doz düşük olup masum bir ifade ile BEBE ASPİRİNİ olarak ifade edilmektedir; hem etkin, hem de masum bir ilacın halk arasında yaygın kullanım bulması da yadırganamaz. Yapılan bir çalışmada ABD’ de sokaktaki her üç erişkinden birisinin aspirin kullandığı tespit edilmiştir.
Peki bu yaklaşım doğru mu? Bu konuda herkes kendince cevaplar verebilir. Fakat günümüzde asıl olan kanıta dayalı tıptır ve bu soru bilimsel veriler ışığında cevaplanmalıdır. Konu ile ilgili pek çok çalışma mevcuttur. Son yıllarda yayımlanmış ve bu çalışmaların derlemesinden elde edilen bir analiz çok önemlidir. Aspirin acı bir hap mı, yoksa mucize mi? (Clare Fiala, Maria D Pasic. Clin Biochem). Derlemede 150.000 sağlıklı birey değerlendiriliyor. Grup ikiye bölünüyor ve yarısına aspirin, yarısına da plasebo veriliyor. Ama herkes aspirin kullandığına inanıyor. Bu insanlar 5 yıl boyunca kalp ve damar hastalığı gelişimi, kanser gelişimi ve kanama açısından takip ediliyorlar. 5 yıllık takip sonucu bize şunu gösteriyor ki aspirin kullanımının kalp ve damar hastalığı ve kanser gelişimi üzerinde hiçbir etkisi yok, ama mide ve beyin kanaması riskini artırıyor. Benzer bir araştırma İngilitere’de yapılıyor ve retrospektif incelemede 50-74 yaş arası günlük aspirin kullananlar değerlendirildiğinde bu insanlarda mide-barsak sisteminden kanama riskinin yüzde 40’dan daha fazla artmış olduğu gözlemleniyor. Ve çalışmacılar şu sonuca varıyorlar ki kalp ve damar hastalığı olmayan ya da kalp ve damar hastalığı açısından yüksek risk içermeyen hastalarda aspirinin sağlayacağı koruyucu etki, kanama riski ile kıyaslandığında buna değmez ve kullanılmamalıdır.
Aspirin, kanı sulandıran ve pıhtılaşma riskini azaltan bir ilaçtır. Hal böyle olunca böyle bir ilacın kanama yapıcı etkisi de kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır. Nitekim kalp ve damar hastalığı olan ve aspirin kullandığımız hastalarımız sıklıkla morarma şeklinde cilt kanamalarından, bazen ise diş eti kanamalarından yakınmaktadırlar. En dramatik tablo ise aspirin kullanımı ile ortaya çıkabilecek mide barsak sistemi kanaması ve en önemlisi de beyin kanamasıdır. Ufak bir travma sonucu ortaya çıkabilecek ve vücudun kendi kendine onarabileceği bir beyin kanaması, aspirin kullanan bir insanda ölümcül olabilmektedir.
Fayda-zarar değerlendirmesi ile kalp krizi geçirmiş, kalp damar ameliyatı yapılmış, felç geçirmiş hastalar gibi bilinen kalp ve damar hastalığı olan hastalara, ilaveten 50-59 yaş arasında ve gelecek 10 yılda kalp damar hastalığına yakalanma riski yüzde 10’un üzerinde olanlara düşük doz aspirin ömür boyu verilmelidir.
“Belli bir yaşa ulaştım, artık aspirin kullanmalıyım” yaklaşımı doğru değildir, zira yaş aspirin kullanımı için bir kriter değildir. Bunu gösteren bir çalışma yoktur.
Aspirin kullanması gereken hastalarda ise haftada 1-2 kez alınması mantığı doğru değildir, zira aspirin kullanımında etkin bir kan seviyesinin sağlanabilmesi için günlük olarak alınması gereklidir.
Kalp damar hastalıklarında genetik yapımızın önemli bir rolü olmakla beraber yaşam tarzımız ve kötü alışkanlıklarımız da etkendir. Bunlarda bir değişiklik yapmadan sadece aspirin kullanarak bundan fayda beklemek ise mantıklı bir yaklaşım olmayacaktır.