– Niye bu kadar düşüncelisin?
– Bilmiyorum!
– Gel bir – iki duble atalım.
– Olur, biraz kafamız dağılsın!
Sohbetin ardından, “Deniz kenarı olsun da dalgaların sesi de bize eşlik etsin!” deyip Karaağaç’ta Şirinyer Restaurant’ın yolunu tuttu iki arkadaş.
En iyi adres orası.
Masa donatıldı.
Ne güzel bir tablo.
Günbatımı saatleri.
Deniz ve güneşin kavuşma anı!
Gökyüzü kızıllaştı.
Ancak bu kadar güzel olabilir.
Mezeler de tamam.
Mis gibi ekmeğin kokusu.
Balıklar taptaze.
Roka salatası sofranın olmazsa olmazı.
* * *
İki arkadaş, iki kardeş, iki CAN, iki dost, iki güzel İNSAN…
Muhabbet koyu.
Ara ara tekrarlıyorlar bu güzel sohbeti.
Nasıl da geçmiş yıllar!
Kadehler de hazır.
Rakıya buz eklendi.
Hadi şerefe!
Hey gidi günler hey!
Ne kadar hızlıymış bu zaman!
Anılar, anılar, anılar…
* * *
Ne mevki, ne makam, ne para, ne mal-mülk, ne de kibir konuşulur bu sofrada.
* Aile
* Sağlık
* Barış
* Hoşgörü
* İyilik
* Sevgi
İşte böylesine güzel.
Velhasıl-ıl kelam…
Hoş sada bırakmak erdemdir!
* * *
Yunus Emre ne güzel demiş:
“Mal sahibi-mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan-mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan”
Sohbet çok koyu!
Gecenin sözü de çıktı bu sohbette:
‘Kim ne yaparsa kendine yapar!’
* * *
İyi Pazarlar!
Sohbet tadında ve ‘Hoş sada’ bırakabileceğimiz yaşamdır aslolan.
İyi insan olmak en kolayıdır.
Zor olanı seçmek de neyin nesi?
Unutulmasın ki…
Hep iyiler kazanır yolun sonunda!