Caddenin başında durdum.
Evler yıkılmış.
Hayalet mahalle dersiniz.
Alabildiğine enkaz!
Yürüdüm yavaş yavaş.
Bacaklarım titriyordu yürürken.
Ne yuvalar yıkılmış!
Bir zamanlar her yerden sokaklara yansıyan cıvıl cıvıl çocuklar vardı sokaklarda ve neşe ile koşturuyorlardı.
Başka bir kent mi burası?
İskenderun demeye dilim varmıyor!
Binlerce aile nereye gitti acaba?
* * *
Tam böyle düşünüyordum ki…
Az ilerdeki enkaz arasında biri hareketsiz.
Enkazın başında diz çökmüş.
Başı iki elinin arasında donmuştu adeta.
Kalktı o an.
Enkazın arasına dalıyor.
Elinde bir çift ayakkabı.
Bir köşeye bıraktığını gördüm.
Bıraktığı yere baktım.
Resim albümü.
Tuttuğu takımın kaşkolu.
Çocuk ayakkabıları.
Çerçeveli aile resimleri.
Birkaç bluz.
Çocuk oyuncakları.
Geride sadece hatıra olarak kalan eşyaların arasına bağdaş kurup çocukların eşyalarını öyle bir öpüp kokladı ki…
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Nasıl da bitkin!
Beni gördü.
O donuk ve çaresiz bakışları var ya!!!
Birlikte ağlamaya başladık.
Hiçbir şey sormaya dilim varmadı.
Enkazı işaret edip titrek sesiyle konuştu:
“Bir zamanlar burası benim evimdi!”
* * *
Hani şu dışarıdan gazel okur gibi konuşanlar gelse de; bu acı tabloları görebilseler.
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm…
Her enkazda benzer tablolar!
Enkaz diye hor görmeyin sakın!
5 Şubat’ta evlerimizdi onlar.
Keşke; 6 Şubat Saat 04.16’da hayatı dondurabilseydik!
Anlayamıyorsunuz, bari susun yaaaa!!!